Bölüm 22

137K 5.1K 411
                                    

Medya Uras Demir

•••
Esila Soykan

''Baba bunu şimdi haber veriyorsun? O kadar kısa bir süre içerisinde hazırlanamam.''
Hâlâ yatağımda oturmaya devam ediyordum. Yeni bir iş anlaşması yapacağı adam, onu bir akşam yemeğine davet etmişti ve yemeğe yarım saat kala bana haber etmeyi akıl edebilmişti babam. Sinirlenmekte oldukça haklı görüyordum kendimi.
''Gökyüzüm, en çirkin halin bile bir yıldız kadar güzel ve parlak. Neden bu kadar acele ediyorsun?''
İltifatı üzerine şımarmadan edememiştim. Her ne kadar o öyle dese de söylediği soy isim mükemmel bir şekilde giyinmemi gerektiriyordu. Annemle ortak olarak sevmediğimiz biri sayılabilirdi. Daha doğrusu davranış biçiminden hoşlanmıyorduk. Oldukça kaba ve uygunsuz konuşabiliyordu. Burnunun biraz havada olması ise onu çekilmez biri yapıyordu.
''Söylediğin soy isimdeki kişi, gördüğüm burnu havada olan nadir insanlardan. Bu durumda kendime baya bir bakmam gerekiyor.''
Güldü, gülümsemesi suratımda bir tebessüm oluşmasına neden olmuştu.
''Pekâlâ, tutmayayım o halde seni.'' dediğinde gülmeye devam ettim.
''Evet, sonra görüşürüz.''
Telefonu kapatıp yatağa koyarken, çoktan üzerimi çıkarmaya başlamıştım. Güzel bir banyo yapmam gerekiyordu. Hızlı bir şekilde banyoya girip fazla oyalanmadan kısa bir duş aldım. Bornozuma sarılıp dışarı çıktığımda biraz üşümüştüm. Umursamadan hızla kurulanıp iç çamaşırlarımı giydim ve saçlarımı kurutmaya başladım. Bu işlemden her ne kadar nefret etsem de yapmak zorundaydım. Dümdüz olan saçlarım ben düzleştirme zahmetinden kurtarıyordu. Maşayı fişe takarken içimden, keşke Burçin burada olsa diye geçirmiştim. Dışarı çıkacakları zamanı bulmuşlardı. Koşarak, büyük giyinme odamın olduğu odaya girdim. Düşme tehlikemi son anda atlatıp derin bir nefes verdim.
'Huh.' gibisinden bir ses çıkartıp, büyük dolabın kapaklarını açtım. Burası en az bir butik kadar doluydu. Seçmekte oldukça zorlanacağımın farkındaydım. Hava soğuktu, fakat yağmurlu değildi. Siyah eteğimi gülümseyerek dolabımdan aldım ve bir kenara bıraktım. Üzerine; dirseğin biraz aşağısında biten, kolları bulunan bluz ekledim. Klasik giyinmekten kaçınmamak gerekirdi. Külotlu çorap ve gri montumu alıp onları da diğerlerinin yanına bıraktıktan sonra, ayakkabılarımın bulunduğu kısma geçtim. Gözüme çarpan ilk şey diz kapağımın bir veya iki parmak altında biten botlarım olmuştu. Diğerlerine bakmadan ayakkabıyı alıp, diğer eşyaların yanına gittim. Eşyaları kucaklayıp odama giderken, unuttuğum maşa aklıma gelince koşarak odama gitmiştim. Neyse ki herhangi bir şey olmadan gelebilmiştim odaya. Kucağımdakileri yatağın üzerine bırakıp, uzun kahvemsi saçlarımdan bir kısım aldım ve aynanın karşısına geçip maşaya sarmaya başladım. Abartmaya gerek yoktu, sadece biraz uçlarını dalgalandıracaktım. Bana kalsa bir kot ve tişört ile de gidebilirdim, ama hem babam kabul etmezdi hem de buna gerek yoktu. Diğer kısımları da biraz dalgalandırıp, maşanın fişini çekip bir kenara koydum. Elim ile biraz dağıtıp aynadaki saçlarıma baktım. İdare ediyordu ve bu yeterliydi. Üzerimi hızlıca giydim. Ardından makyaj masamın önüne geçtim. Fazla abartıya kaçmayarak orta kalınlıkta bir eyeliner çektim. En uygun eyelineri çekebilmek için dört, beş kere silmek zorunda kalmıştım. Sonunda gözlerime uygun bir eyeliner çekebildiğimde, eşit olup olmadıklarını kontrol ettim. Daha sonra ise rimel ile kirpiklerimi kıvırıp, hafif ruj ile makyajımı tamamladım. Tamamen hazır olduğumda telefonuma baktım. Henüz bir arama ve cevapsız çağrı yoktu. Çanta almayı unuttuğum aklıma gelince, küçük siyah bir çantayı yanıma almıştım. İçindeki ıvır zıvırı boşaltıp, gerekli olabilecek şeyleri çantama attım. Bileklerimin fazla boş kaldığını görünce, altın renkli bir saat ve deri bir bilekliği kollarıma takmıştım. Sonunda çalan telefonum ile tam zamanında yetiştiğim için mutluydum.
''Aşağıdayım küçük cadım, in hadi.''
Küçük cadı demesine bu seferlik bir şey demeyip, tamam dedim ve montumu giyip, çantamı alarak odamdan çıktım. Hızlı bir şekilde merdivenleri inip dışarı çıktığımda, sabırsızlıkla asansörü çağırma düğmesine basıyordum. Sonunda asansöre bindiğimde, aynadaki heyecanlı yansımama baktım. Asansörden iner inmez babamı karşımda görmek beni bir özlem girdabına fırlatmıştı. Gülümseyip koşarak ona sarıldım. Her gün görsem bile onu özleyebilirdim, fakat onu her zaman görmüyordum.
''Seni çok özledim baba.''
Güldüğünü duymak, yüzümdeki gülümsemeyi büyütmüştü. Sımsıkı sarıldım ona, sabaha kadar burada böylece sarılabilirdim.
''Güzel cadım, geç kalmak üzere olduğumuz bir yemek var.''
Gülümseyip, istemeye istemeye ondan ayrıldım. Kollarını bedenimden çekince bir soğukluk sarmıştı bedenimi. Koluna girip onunla beraber yürümeye başladığımızda, ne zamandır beraber yürümediğimizi fark etmiştim. Onu benden uzaklaştıran her bir nedenden nefret ediyordum. O annemden bana kalan tek şeydi, fakat o da şimdi benden uzaklaşıyordu. Otoparka girdiğimizde, hemen girişe park edilmiş arabasından şoförü indiğinde, babam onu eli ile durdurup gülümsedi;
''Ben hallederim.''
Şoför kafasını sallayıp geri arabaya bindiğinde, babam benden uzaklaşıp kapıyı açtı ve eli ile arabayı gösterip;
''Buyrun lütfen prenses.''
Gülerek eteğimin ucunu tutup ve biraz eğilip dizlerimi kırdım.
''Teşekkürler bayım.''
Arabaya bindiğimde, babam da gülüp arkamdan arabaya bindi. Şoför aynadan bakıp gülümsedi;
''Merhaba küçük hanım.''
Kaşlarımı çatıp, ben küçük değilim dememek için zor duruyordum. Bu kelimeyi sevmiyordum, fakat gülümseyip;
''Merhaba'' dedim. Babam telefonundan bir şeyi hallederken, bende telefonumu çıkarıp Azra ve Burçin'e babamla beraber bir iş yemeğine katılacağıma dair bir mesaj attım. İşim bittiğimde babamın hâlâ telefonu ile ilgilendiğini görünce, elinden telefonunu alıp ekranı kilitledim ve cebime koydum.
''Baba zar zor görüşüyoruz ve sen bu zamanda bile telefonun ile mi ilgileniyorsun?''
İstemsizce biraz sert çıkmıştı sesim. Haklıydım, bir gün şirketine Molotof atmak zorunda kalacaktım.
''Özür dilerim prenses.''
Gülümsedi ve kafamı tutup omzuna yasladı. Bu hareketine karşı yumuşamama engel olamamıştım. Saçlarıma bir öpücük kondurup yavaşça saçlarımı okşadı.
''Baba benden neden uzaklaşıyorsun?''
Uzun bir süre sessiz kalmıştık. Bu soru şoförün bile aynadan bize bakmasına sebep olmuştu. Babam yutkunup saçlarımı okşamaya devam etti.
''Uzak değilim güneşim.''
Aksi olduğunun farkındaydı, fakat yine de böyle demeyi tercih etmişti. Kafamı omzundan kaldırıp;
''Baba, yalan söylemeni yakıştıramıyorum sana.'' dedim.
Gözlerini benden çekti ve yola bakmaya başladı. Kolları arasından çıkıp ona baktım. Bir cevap vermesini beklerken araba durdu ve şoför arkasını dönüp babamı kurtaran o kelimeyi söyledi.
''Geldik.''
Babama bakmadan arabadan inmiş ve kapıyı çarpmıştım. Bir şeylerin döndüğü barizdi. Gözlerimi kısıp onu baştan aşağı süzdüm. Yakışıklı bir adamdı ve zengindi. Aklıma gelen ihtimal ile babama çemkirmeye başlamıştım.
''Baba kim o yelloz aşüfte?''
Babam şaşkınlıkla bana dönerken, kaşlarını havaya kaldırmıştı. Etrafına aptal aptal bakmış ve;
''Hangi yelloz?'' diye bana sormuştu. Bu hali her ne kadar gülmek istememe neden olsa da ona doğru yürüyüp;
''Seni benden uzaklaştıran aşüfte?''
Kahkaha atıp beni tekrar kolları arasına çekti. Hafif kırlaşmış şakaklarının ona verdiği ayrı bir hava vardı ve bu onu daha da yakışıklı yapıyordu. Annemin yerine birinin geçmesine ve o yellozun onu benden uzaklaştırmasına izin veremezdim.
''Güzelim, sadece annen ve sen.'' dediğinde ayrılıp ona baktım. Yüzümdeki ciddilik yerini bir tebessüme bırakırken;
''Söz mü?'' dedim. Gülümsedi, o an aklıma annemin geldiği çok belliydi ve bu benim duygulanmama neden oluyordu.
''Söz gökyüzüm, söz.''
Sırıtarak ona sarılmış ve önümüzdeki büyük eve doğru yürümeye başlamıştık. İçim rahatlamıştı ve oldukça mutlu hissediyordum. Sımsıkı ona sarıldım. Bir söz verdiğinde ölene dek onu tutardı, bu nedenle sadece benim ve annemin olacağı için oldukça mutluydum. Kapıda silahlı koruma görememek beni şaşırtmıştı. Korumalara oldukça alışmıştım. Normal güvenlik görevlileri vardı, adam babamı görünce selam verip kapıyı açmıştı. Babam ise gülümseyerek kafasını sallamıştı. Bu adamın bu sıcak tavrı gerçekten onu sevmeniz için bir neden sayılabilirdi. Zile basıp kapının açılmasını beklerken;
''Annen konusu açılırsa sakin ol, olur mu?'' diye sorduğunda ona baktım. Bu konudaki hassasiyetimi biliyordu ve bir uyarı yaptığına göre durum ciddi olmalıydı. Böyle ortamlarda mutlaka o konu açılıyor ve bana acıyan gözler ile bakıyorlardı. Kafamı yavaşça sallayıp;
''Çalışacağım.'' dedim. Gülümseyip saçlarıma bir öpücük bıraktı ve;
''Aferin benim güzel kızıma.''
Gülümseyip açılan kapının ardındaki kişiye baktım. Mertoğlu ailesi bizi kapıda karşılamıştı. Babam ve Hakan Mertoğlu el sıkışıp bir şeyler konuşmaya başlarken, pek samimi gelmeyen Hüma Mertoğlu bana yaklaşıp yanaklarımdan öpmüştü.
''Hoş geldin canım.''
Yapmacık bir tavırla canım demesine karşılık, sadece kafamı hafifçe sallamıştım. Hep beraber içeri geçerken kadının beklediğim gibi baştan aşağı beni süzmesi beni şaşırtmamıştı.
Büyük krem renginin ve su yeşilinin hâkim olduğu salonlarına geçip rahat koltuklara oturmuştuk. Klasik zengin evi gibiydi. Büyük süslü avizeler, antika vazolar ve daha nicesi. Babam ve Hakan Bey büyük bir konuşmanın içerisine kendilerini atarken, Hüma Hanım gülümseyip ayağa kalktı ve sofranın hazırlanması için etrafa emirler yağdırmaya başladı. Sıkılmış bir şekilde onlara bakarken, Hüma Hanım tekrar yanıma geldi. Gülümseyip tam yanıma oturdu ve beni şaşırtacak samimilikte konuşmaya başladı;
''Ee canım, okul nasıl gidiyor, var mı erkek arkadaşın?''
Sıraladığı sorular ve son sorusu ile hafifçe omzu ile omzuma vurması ve kafasını hafifçe sallaması beni güldürmüştü. Birden böyle samimi olmasını beklemiyordum doğrusu, beni oldukça şaşırtmıştı. İç sesim ön yargılarımı yıkmam gerektiğini fısıldadığında, ona cevap vermediğim aklıma gelmişti.
''Hayır, bir erkek arkadaşım yok. Okul ise iyi gibi işte.'' deyip güldüğümde, gülmeye devam etti. Örtülen dış kapının sesini duyan Hüma Hanım, ayağa fırlayıp kapıya doğru gitti. Ela gözleri iri ve oldukça güzeldi. Hafif kilolu olması ise ona ayrı bir yakışmıştı. Oldukça bakımlı ve güzeldi. Belinin yarısındaki saçları turuncumsu bir renkti, beyaz teni ile oldukça güzel bir uyum içindeydi saçları.
''Rüzgâr!''
Hüma Hanım'ın sesini duyduğumda, salonun girişine doğru bakmaya başlamıştım. Rüzgâr ismini duymak bana o geceyi hatırlatıyordu. Uras'ın parmaklarını yine boğazımda hissetmeye başlamama engel olamamıştım. Hüma Hanım, oğlu diye tahmin ettiğim kişiyi neredeyse sürükleyerek salona getirmişti. Babam ve Hakan Bey muhabbeti bırakıp salona giren ikiliye baktı. Oğlunun arkası dönük olduğundan, suratı görünmüyordu, fakat oldukça fit bir vücudu ve sarıya kaçan saçları vardı. Yüzünü görmesem bile, Rüzgâr demesinden ve bunun Berk'in arkadaşı Rüzgâr olduğunu anlamıştım.
''Rüzgâr. Oğlum!''
Hakan Bey'in uyarıcı tondaki sesi Rüzgâr'ı bize bakmaya zorlamıştı. Rüzgâr ilk önce babam ve Hakan Bey'e bakıp gülümsedi. Babama nazik bir tonda;
''Hoş geldiniz.'' dediğinde, ailesinin yanındaki değişimi beni güldürmüştü. Gözleri beni bulduğunda bir şaşkınlık rüzgârı yüzünden esip geçmişti.
''Esila?'' diye sorduğunda gülümsedim.
''Rüzgâr?'' Hüma Hanım, Hakan Bey ve babam siz nereden tanışıyorsunuz dercesine bize bakıyorlardı. Açıklama yapma gereği duyup;
''Berk'in arkadaşıymış Rüzgâr, o vesile ile tanışmıştık.''
Hakan Bey ve babam yavaşça kafasını sallayıp tekrar muhabbetlerine dönerken, Hüma Hanım gülerek oğlunun sırtına vurdu ve;
''Çabuk temizlenip aşağı in ve arkadaşını yalnız bırakma oğluşum!''
Rüzgâr'ın ve Hüma Hanım'ın arasında geçen bu diyalog gülümsememe neden olmuştu. Rüzgâr, Hüma Hanım'ın yanaklarını sıkıp bana döndü ve oldukça cool bir şekilde göz kırpıp, hızlı adımlarla salondan ayrıldı. Hüma Hanım yanıma geldiğinde yüzündeki sırıtış benim için biraz zorlu bir muhabbetin aramızda geçeceğine dair bir his uyandırmıştı. Gururla başladığı bu cümle hislerimi doğrulamak adına kurulmuş gibiydi.
''Oğlum diye söylemiyorum, ama yunan tanrıçalarına taş çıkarır maşallah!''
***
Uras Demir
''Abi ne demek Burçak'tan beni kurtardı?'' dediğinde, şaşkındı Eymen. Konu Burçak'tan açılınca onlara anlatmıştım olanları. Yağız şaşkındı, fakat bunu fazla belli etmeden bakmaya devam etti.
''Abi, dövdü ve kız seni daha yeni gördüğünde suratına bile bakmadı öyle mi?'' dediğinde, bıkkınlıkla kafamı sallamıştım. Poyraz ise hiç bir belirti vermeden soğuk rolüne devam ediyordu.
''Bu kadar şaşırmanız saçma, kızın dobra ve çatlak olduğunu okula ilk geldiği günlerde kantinde görmüştünüz.''
Yağız ona dönüp yavaşça kafasını salladı. Yüzündeki şaşkınlık yavaş yavaş silinirken, telefonunu elinde döndürmeye devam etti.
''Abi gördük de Burçak olayı apayrı. Kız Uras'a saplantılıydı ve şimdi İnstagram'dan bile takip etmiyor.'' dediğinde, Efran kahkaha attı.
''Çatlak kızın gücü adına!''
Elindeki karışık meyve suyunu havaya kaldırmıştı. Hepimiz elindeki meyve suyuna ve ona bakınca omuz silkti.
''Ne yani abi meyve suyu da mı içmeyelim?'' dediğinde göz devirdim. Burada çatlak olan biri daha varsa o da Efran'dı. Eymen elindeki sus şişesini az ötedeki bir çöp kutusuna basket atıp güldü ve daha sonra bana dönüp;
''Yattınız mı?'' dedi. Herkesin yüzünde oluşan gülümseme ile kaşlarımı çatıp ters ters hepsine bakmıştım. Poyraz'ın gülmemesi beni zerre şaşırtmazken, diğerleri ters ters baktığımı görüp gülmeyi kesmişlerdi.
''Höst, telefonu sokarım boğazına Eymen.'' dediğimde, Eymen omuz silkip umursamaz bir hava ile;
''Ne abi şimdi kız onca şey yapmış, hiç mi etkilenmedin? Kızın davranışları muhtemelen çekmiştir dikkatini zaten. Eh bu kız güzelde, gözleri desen kırk metre öteden mavi mavi diye bağırıyor ve sen bu kızla yatmadın öyle mi?''
Kahkaha atıp diğerlerine onay beklercesine baktı. Yağız da ona katılırken Efran koltuğun tepesine oturup;
''Kanka, sen bu kızla yatmadıysan bende burada Efran değilim.'' deyip oldukça emin konuştuğunda güldüm. Emin tavırları sinir bozucu bir yöne doğru sapıyordu.
''Onunla yatmadım, o öyle bir kızda değil, hatta benden etkilenmeyen tek kız diyebilirim.'' dediğimde, Efran'ın tuhaf tuhaf sesler çıkarması üzerine hepimiz ona dönmüştük. İrisleri sola doğru kaymış, göz kapakları biraz kısılmıştı ve dudakları tuhaf bir haldeydi.
''Hia hia.''
Saçma sapan birkaç kelime daha duymam üzerine Efran'ın kendine gelmesi için yavaşça suratını tokatladım. Eymen ise tuhaf tuhaf Efran'a bakarken, Efran kahkaha atmaya başladı. Yağız ellerini birleştirip parmakları ile bir silah hareketi yaparken;
''Bu bizimde psikolojimizi bozmadan vuralım şunu diyorum. Annesi de izin verdi zaten. Geçen kadının karşısına çekirge kostümü ile çıkıp kalp krizi geçirtiyormuş az kalsın.'' dediğinde, Eymen suratında tuhaf bir hareket ile Yağız'a döndü.
''Siktir be, o derece mi?'' deyip tekrar Efran'a döndü. Efran ise göz devirip elindeki meyve suyu kutusunu tıpkı Eymen gibi çöpe basket atıp;
''Ne lan ne, şakada mı yapmayalım?'' dediğinde, araya Poyraz girmişti.
''Senin yapacağın şakaya sokayım Efran.'' dediğinde gülmeye başlamıştık. Poyraz ağır bir insandı, bizimle bile henüz gülmemesinin sebebini paylaşmamıştı, fakat kafa dengi biriydi. Onunla anlaşmanız kolay değildi, çünkü herkesi yaşam alanına sokmazdı, fakat hayatına bir kez girdiniz mi geri çok zor çıkardınız.
''Ayıp oluyor ama abi, gamzene çekirge sokturtma bana!'' deyip, Poyraz'a efelenip ayağa kalktığında, Poyraz kafasını sola doğru eğip gözlerini kapattı. Efran ona yaklaştığında el kol hareketlerini de devreye sokup efelenmeye devam etti.
''Sen kime şekil şukul yapıyorsun kardeş.'' dedi ve dış kapıyı gösterip;
''Sen buradan çıkarken benim çekirgeler dönüyordu.'' deyip ciddi halinden çıktı ve kahkaha atmaya başladı. Efran ayaklanan Poyraz'ı görünce koşmaya başlamıştı. Koşarken gülmeye devam ediyordu.
''Tamam kanka ya mafyayız diye şakada mı yapmayalım. Allah Allah!'' dediğinde, Poyraz onun arkasından gidiyordu. Hızlı bir şekilde yürürken yumruklarını sıkmıştı.
''Göstereceğim ben sana şakayı, gel koçum buraya sen.'' dediğinde biz gülmeye başlamıştık. Eymen Efran'a gülerken;
''Poyraz fena benzetecek gerizekâlıyı.'' deyip güldü. Yağız ise sırıtarak onlara bakıyordu.
''Oğlum bu adam delirdi söyleyeyim ben size. Yakında Joker gibi saçlarını yeşile boyatıp karşımıza gelirse şaşırmayacağım.'' dediğinde, gülmeye devam etmiştik. Deliydi, fakat o kadar deli olduğunu düşünmüyordum. Yine de biraz bekliyordum Efran'dan öyle hareketler. Poyraz'dan kaçamamış Efran köşeye sıkışıp Poyraz'ın ona doğru yürümesini izliyordu.
''Tamam oğlum, şakaydı sporumuzda yaptık abartma!'' diye gülerek Poyraza bağırdığında, Poyraz yavaşça kafasını sallayıp Efran'ı ensesinden tutmuştu. Eğilen Efran ile Poyraz birkaç şaplağı Efran'ın ensesine geçirmişti.
''Oğlum kurtarsanıza lan, kıçımın mafyaları size diyorum.'' dediğinde, Eymen kahkaha atıp, Efran'ı kurtarmak için koşarak Poyraz'ın yanına gitti.
''Bazen bizi bir araya getiren olaylar her ne kadar berbat olsalar da birbirimiz tuhaf şekillerde tamamlıyoruz. Şu Efran'ın salaklıkları bile bir gün olmasa yokluğunu arayacağım bir şey.'' dediğinde, ciddileşip ona baktım. Kafamı olumlu anlamda sallayıp hafifçe omzuna vurdum.
''Bir mafya ve katilden daha fazlası bu çete.'' dediğimde, Yağız'ın aklına ailesi gelmiş olmalıydı ki durgunlaştı. Yutkunup buruk bir gülümseme sergiledi.
''Bir aile.'' dediğinde yavaşça kafamı salladım.
''Bir aile.''
***
Esila Soykan
''Oğlum alsana biraz daha salatadan!''
Hüma Hanım'ın, Rüzgâr'a daha fazla yemek yedirme çabalarını yüzümde bir tebessüm ile izliyordum. Rüzgâr tabağı uzaklaştırdıkça Hüma Hanım bir şeyler dolduruyordu.
''Anne doydum!''
Hakan Bey sonunda karısı ve oğlunu fark etmişti. Hüma Hanım sessiz sedasız oğlunun tabağını doldururken, Rüzgâr sonunda dayanamamış ve bağırmıştı.
''Hüma her yemekte aynı şey, sıkılmadın mı?''
Hüma Hanım ters ters Hakan Bey'e baktı ve;
''O benim oğlum Hakan, sus işine bak sen!''
İpleri elinde tuttuğu ortadaydı. Hakan Bey babam ile gülüp tekrar konuşmaya dönmüşlerdi. Koca masanın ortasında yalnız kalmıştım. Babam tabii ki işine sarmıştı. Buraya gelmemi oldukça boş ve gereksiz olarak görüyordum. Rüzgâr sonunda dayanamamış ve masadan kalkmıştı. Annesine gülümseyip babam ve Hakan Bey'e döndü;
''Hepinize afiyet olsun.'' diye mırıldanıp bana baktı. Tabağımdakilerle oynadığımı fark edince kafasıyla gel işaret yaptı. Sandalyemi geriye doğru çekip;
''İzninizle size afiyet olsun!'' deyip telefonumu alıp, Rüzgâr'ın arkasından yürümeye başladım.
Rüzgâr, ben yanına gelince telefonunu bir kenara bırakıp gülümsedi.
''Maviş gözlerin bensiz yapamıyor olmalı.'' dediğinde güldüm. Omzuna hafifçe vururken;
''Yaa evet, Rüzgâr olmazsa rengimiz solar bizim diye çığlık atıyorlar hatta!'' dediğimde, Rüzgâr gülüp;
''Bak sen.'' demişti. Onunla görüşmeyeli sarı kirli sakalları çıkmıştı ve yorgun gözüküyordu. Bir şey dememem üzerine sessizce merdivenlerden çıkmıştık. Berk ile arkadaş olduğunu bar sabahı öğrenmeseydim bilmiyor olacaktım. Onu hiç Berk'le görmemiştim. Gerçi Berk kıskanç olduğundan hiç bir arkadaşını yanımıza getirmezdi ve o yanımıza getirdiği ilk arkadaşıydı.
"Burası da benim mekân." dediğinde, ahşap kapıyı açmış ve içeri girip lambaları yakmıştı. Petrol yeşili koltukları gözüme çarpan ilk şey olmuştu. Lacivert dolabı, yama desenli çarşafları ve üzerinde London yazan kırmızılı grili bir halı ise tuhaf bir hava katmıştı odasına. Mavinin tüm renkleri duvarındaydı. En açık tondan en koyu tona doğru gidiyordu ve oldukça güzel duruyordu.
''Mekânını sevdim.''
Gülümseyip odasında bulunan balkona çıktı. Gözlerini kapatıp temiz havayı içine çekti. Onu hâlâ odasının tam ortasında durdurarak izliyordum. Kitaplığında bulunan Harry Potter kitapları dikkatimi çekmişti. Daha birçok cinayet ve fantastik romanda bulunuyordu. Gözlerini açıp;
"Gelsene." dediğinde, gülümseyerek onun yanına ilerledim. Odadan balkona çıktığımda, nedense aklımdan balkonun aşağı doğru çökeceği fikri dolanmaya başlamıştı. Her balkona çıktığımda bu fikir tüm bedenimi ele geçiriyordu.
"Berk ile ne zamandır tanışıyorsunuz?''
Aramızdaki sessizliği bozmak için ona bir soru yöneltmiştim. Gülümsedi;
"Bir iki yıl oluyor sanırım."
Güldüm bu cevabı üzerine. Berk hiç bahsetmemişti ve sanırım barda karşılaşmasak hiç tanışmayacaktık. Ellerini sarı saçlarından geçirdi ve derin bir nefes aldı. Bu havada balkonda olduğuna göre soğuk havayı seviyor olmalıydı. Aklıma gelen bar sahnesi ile soğuk demirlere merakla yaslanıp ona baktım.
''Rüzgâr... Barda o gece Uras senin gitmene neden izin verdi?''
Cebinden çıkardığı paketten bir sigara alıp dudakları arasına yerleştirdi. Oldukça havalı ve çekici görünüyordu. Sanki sigarayı ona tuhaf bir hava katması için yapmışlar gibiydi. Sevimli bir hali vardı, fakat gizemliydi de.
''Güzel anı yakalamışsın maviş.''
Sırıtıp ondan merakla bir cevap beklemeye devam ettim. Ciğerlerine doldurduğu zehrin ardından ağzındaki dumanı havaya üfledi.
''Uzak durman gerek ondan, onun konusunu açman bile saçma bana göre. Siz kızlar tehlikeli erkekleri istiyorsunuz. Canınız acıyınca ise suçu erkeklere yüklüyorsunuz. Önce size havalı gelen o davranış şekilleri, sonra bir katili yansıtınca esip gürlüyor ve tükeniyorsunuz. Merak ettin madem, tutayım ışığı konunun üzerine. Babanla bir iş yaptıklarını bilirsin, babanla başlayan iş babam ile bitmek zorunda olduğundan sanırım. İş adına rahat bıraktı o gün, fakat gözlerindeki ölümün rengiydi. Etrafına ölüm saçmaktan hiç vazgeçmedi o, karanlığını sana da sıçratmasına izin vermesen iyi olur.''

Mafya Lisede •Tamamlandı•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin