Hikayenin restorasyonlu halini okumak için profilimdeki; Bir Şansımız Olsaydı isimli hikayeye bekliyorum.
Keyifli okumalar ;
-
-
-
Sevmek Anlaşmak Değildir... |22. Bölüm Hazır Olurum Ben|
Gün içerisinde bir daha Harun'la birebir konuşmadık. Bunun bir sebebi kesinlikle iş yoğunluğuyken bir diğer sebebi de benimle konuşmamak için özel bir çaba harcıyor oluşuydu. Nasıl derseniz; odasından hiç çıkmıyor, isteklerini telefonla bildirmek yerine bana tahsis ettiği bilgisayarıma mail atıyordu.
'Su.
-Patron' ya da
'Sert, şekersiz kahve.
-Patron' içerikli maillerin komiklik derecesini düşünebiliyor musunuz? Bende düşünemiyorum ama işin komikliğinden değil. Beni masaya oturturken söylediği son şeyden. Ben masaya oturmuş başımı önüme dizilmiş iki dosyaya dikerken parmaklarını ritmikçe masaya vurdu ve ardından,
"Oyunsa oyun. Çakmaysa çakma. Buna itirazım yok ama her oyunun kuralları vardır, Nazlı. Sen diyorsan ki bana kurallar dar, durdurmam seni. Hem zaten, çok bile uzadı." dedi. Bana incele diye bıraktığı dosyalara kafamı bir türlü veremedim. Su yerine süt, kahve yerine ıhlamur gönderdim. Dudağımın içini parçalayıncaya kadar kemirdim. Hatta işaret parmağımın kenarını o kadar çok taciz ettim ki, sonunda kanattım. Sadece hecelerden oluşan iki satırlık bir cümle nasıl olurda sabahımı bu denli düşünceye boğabilirdi? Cümlelerin hesabını dahi yapamadım. Bende sonunda aramda sadece bir tanecik cam levha olan adama mail atmaya karar verdim.
'Sennnnnnnnnnnnnnnn....-----------'
Sonra vazgeçip sildim. İçinde on altı tane 'N' harfi olan tek hece bir kelime mantıklı bir mail gibi görünmüyordu nihayetinde. Bir cesaret bir mail için daha heves ederken derince bir nefes aldım.
'Bence konuşmalı gibiyiz?------' Bu mesajı ise sonuna 'Naz' kısmını eklemeden sildim. Ne o öyle cümle kurma özürlüsü gibi.
'Müsait misin?
-Naz' Bu iyiydi. Yani en azından mantıklı bir yanı vardı, değil mi? Koltukta beklerken gergince doğruldum. Oturuş şeklimden belim, bilgisayara bakmakta boynum ağrımıştı doğrusu. Elimi boynuma götürüp ovuştururken bizi birbirimizden ayıran camekan açıldı ve Harun ceketini sırtına geçirirken bana sadece "Telefonları not et." dedi ve suratıma bile bakmadan koridorda uzaklaştı. Yutkunamadım. Göz bile kırpamadım. Böyle mi oluyordu sahi? Sevmeyi öğrendiğiniz adam umarsızca yanınızdan geçip gidince, bok çuvalı gibi geride mi kalıyordunuz? Zira bana öyle oldu. Bana karşı söylediklerine dair endişelerim bire bin katarak rekora koşuyor, umarsızlığı ömrümce hiç tatmadığım bir acının sinyalini veriyordu sanki. Gözlerim buğulanmış, içimin acısını mozaikliyor, nefes almayı red ederek ağlamaya engel olmaya çalışan bedenim oksijensizlikten kıvranacak kadar zorlanıyordu. Sonunda, nefes almayı kendime hak görebildiğimde yani, ellerimi şakaklarıma bastırarak yerime oturdum ve bir hıçkırığı boğazımdan yükselmeden geri yuttum.
Bu sırada boyu benden bir hayli uzun, üstelikte ayaklarına yüksek topuklular takmış, siyah, kısa, küt saçlı, buz mavisi gözlü, gözlerine siyah, kemik gözlük takan, ince dudaklarını koyu kırmızı ile dolgunlaştırmaya çalışan, çıkık elmacık kemikli, baygın bakışlı bir kız koridorun geniş menziline girdi. Kendime hemen çeki düzen vererek gözlerimin altını kurulayıp burnumu çektim. Kız aheste adımlarla yanıma geldiğinde ben çoktan ayağa kalkıp aslında her daim suratımda bulundurmam gereken gülümsemeyi dudaklarıma yerleştirmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sevmek Anlaşmak Değildir...
ChickLitNaz sadece biraz kötümser, realist, az buçuk felaket tellalcısı... Kısacası tam bir bela mıknatısı. İroni fabrikası bir adam... Ve okumak için yollara düşen sivri dilli, yetim bir kız. Naz tekeri patlak, yaşlı bir kamyonda ve kader hep yokuş aşağı s...