Hikayenin restorasyonlu halini okumak için profilimdeki; Bir Şansımız Olsaydı isimli hikayeye bekliyorum.
Keyifli okumalar ;
-
-
-
Sevmek Anlaşmak Değildir... |39. Bölüm Ben Üç Kere Düştüm. Üç Kere Kalktım. Yine Kalkarım. Kalkacağım.|
"Otur yerine!" adam elini uzatıp omzumdan bastırarak beni tekrar yerime çiviledi. Elimle öteye iteklediğim bardağı tekrar burnumun dibine sokarken "Ne yaptın ona?" diye sordu sinirli bir ifade ile.
"İyi mi?"
"Harun!" adam kızgın bir şekilde bağırmıştı karşımda. Hafiften ürkütücü bir havası olduğu doğruydu ama şimdi takındığı bu ifade ve sert ses tonunun sebebi kesinlikle ac/dc ile alakadar değildi. Elleriyle bir boğayı devirebilecek kadar sinirli görünüyor olabilirdi ama onun içindeki hiçbir çalkantı benim içimdeki tsunami ile boy ölçüşemezdi.
"İyi mi?!" diye tekrar ettim sorumun üzerine basa basa.
"Bilmiyorum." Dedi dik dik bakarak. "Bir süre etrafına boş boş baktı. Sonra ağlama krizine girdi. Onu arkadaki odaya götürdüm ve orada bıraktım. Bir şey söylemedi ama yalnız kalmaya ihtiyacı var gibi görünüyordu."
Üstümden tonlarca yük kalkmışçasına derin bir nefes aldım. Kalbimi sıkıştıran duvarlar yıkılmış gibi nefes almaya başlamıştım. Etrafımdaki her şeye körleşen duygularım tekrar kamuya açılırken canlanan bedenimle barın arkasına geçtim. Selim'in kaşları çatılmış, hareketlerime karşı kaskatı kesilerek arka tarafa geçmemi engelliyordu. "Ne halt yediğini anlatmadan onun yanına göndermem." Dedi kupkuru bir sesle. "Buraya okumak için gelen, her türlü zorluğa göğüs germiş bir kızı nasıl o hale getirdiğini anlatmadan olmaz."
Gözlerimi kaçırıp dudaklarımı ıslattım. Konuşabilecek kadar cesaret topladıktan sonra gözlerimi ona dikip "Ben bir şey yapmadım." Dedim. "Bir tır, bir araba, bir de şerefsiz." Dedim tek solukta. Dediklerimden hiçbir şey anlamadığını biliyordum ama bu şaşkınlık anını kendim için kullanmalıydım. Personel Harici Girilmez yazılı kapıyı hızla açıp içeri girerken arkamdan bağırıp "Sakın," dedi. "O kız daha kötü olmasın!"
Sanmam, dedim içimden. Karşısına çıkabilecek kadar cesur değildim. Şansım varsa aralık kapıdan görecektim onu birkaç saniye. Eğer yoksa kapının önüne çöküp hıçkırıklarını dinleyecektim. Onun ciğerini söken haykırışlara can simidi diye tutunacaktım. Sadisttim ben! Manyak herifin tekiydim ama ona dair herhangi bir şeyde can bulmak istiyordum. Bu bir hıçkırık olsa da mühim değildi.
Kapı açık değildi ama tamamen kapalıda sayılmazdı. Damağı yuvasına yerleşmemişti ve bu araf bana Tanrı'nın lütfu gibiydi. Ve de cezası... Bir kapı öteden yükselen o absürt seslere, ansızın atılan yersiz kahkahalara ve hemen dışarıdan geçen motorların gürüldemelerine rağmen ince ince geceye karışan o hıçkırıkları duyabiliyordum. Misafirlikteyken yaramazlık yapan o çocuk gibiydim. Her hareketin sonradan bana döneceğini, her yaramazlığın bir çimdikle bedenimde yer edeceğini biliyordum ama önüne geçilemez bir dürtü ile hareket ediyordum. Kapıyı araladım. Küçücük, mini minnacık aralayarak kapı çerçevesinin kenarından aşağı kaydım. Onca gürültü ve Nazlı'nın içindeki o karabasan işte şu an kurtarıcım olmuştu belki de. Ne gıcırdayan kapının sesini umursayıp kafasını kaldırmıştı ne de aralanan kapıdan yükselen sese karşı dönüp bakmıştı genç kız. Deri koltukta eğreti bir şekilde oturmuştu ve koltuğun kollarından birinden bacaklarını sarkıtırken başını da koltuğa yaslayarak pencereye doğru dönmüştü. Koltuğun sırt kısmından aşağı dökülen saçları darmadağınıktı ve bir ölü misali masaya dayadığı eli yeni kurban edilmiş hayvanlar gibi seyriyordu! Yutkunurken boğazımdan milyonlarca dikenin yavaş yavaş, geçtiğini hissettim. Bir şeyler hissettiğime seviniyordum esasen. Daha beş dakika önce ondan bir haber geçen her saniye için ayrı ayrı ölmeyi dileyen bir adamdım; elbette acıyı hissedebilmekten haz alacaktım. Kafamı arkaya yatırarak duvara bastırdım. Gerilen boynumda yukarı aşağı kayan adem elmamı hissettim. Birde gözyaşlarımı. O hıçkırdıkça ben ağladım. Garipti ama bu uyumlu hareketlerimiz bize o kadar yabancı olmasına rağmen huzur vericiydi. Yine de on yedi ağustos depremi gibiydi. Haftalar sonra enkazın altından sağ kurtulan bir çocuk gibiydi. O yıkımın altından böyle bir huzuru çekip çıkarmak güzeldi ama artık o huzur tek başınaydı. Yaslanacağı bir duvarı, tutunacağı bir dalı yoktu. O ve ben arasında inşa edilebilecek tek şeydi bu artık. Ne bundan öncesi gerçekmiş gibi gelecekti Nazlı'ya, ne bu huzuru bilecekti ne de bundan sonra bana dair bir şey hissedecekti... Bana dair her şeyi o depremle yerle bir olmuştu onun. Kendisi bile o doğal afette kaybolmuştu. Bu hıçkırıklar, şimşekle beraber yükselen haykırışlar... Bu ağlayışlar hep bir arama kurtarma operasyonunun bir parçası idi. Bende kaybettiği kendini yollarda bulmayı diliyordu. Peki ben? Ben ne yapacaktım. Onun yaraları çok uzun bir süre kanayacaktı, belki kabuk tutması uzun yıllarını alacaktı ama bir gün kabuk tutmaz dediği o yara kaşınmaya başlayacak ve kırmızı, siyah kabuğun altından yepyeni bir deri, taze bir hayat baş gösterecekti. Ben? Ben yaralı değildim. Ben hastaydım; Afrika'da sarı hummaya ebelenmiş küçük bir çocuktum ben, orta çağda kara ölüme yakalanmış bir zavallıydım, günümüzde kanserin pençesine düşmüş bir hastaydım. Asla iyileşemeyecektim... Nazlı yaralarından sıyrılıp benim üzerime bir sünger çekecek ve asla üstünü açmak istemediği, korkunç bir anı olarak zihnine hapsedecekti. Bense hapsedildiğim o örtünün altında ölmeyi bekleyecektim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sevmek Anlaşmak Değildir...
Chick-LitNaz sadece biraz kötümser, realist, az buçuk felaket tellalcısı... Kısacası tam bir bela mıknatısı. İroni fabrikası bir adam... Ve okumak için yollara düşen sivri dilli, yetim bir kız. Naz tekeri patlak, yaşlı bir kamyonda ve kader hep yokuş aşağı s...