Hikayeye Başlamadan Önce: Bu hikayeyi yazmaya başladığımda 16 yaşındaydım. O sebeple mantık, dilbilgisi ve eylemsel yanlışlıkları için şimdiden özür diliyorum. Bunun yanı sıra şu an 25 yaşında biri olarak hikayeyi restore edip yeniden yazdım ve yine bu profilde; Bir Şansımız Olsaydı, ismiyle baştan yayınlıyorum. Yine de yazım anlamında gelişmemi görmek adına buradaki hikayeyi kaldırmayarak o dönem nasıl yazdıysam o haliyle paylaşıyorum; o yüzden bu hikayeyi okurken fazla küfretmemenizi umarak sizi Bir Şansımız Olsaydı, hikayesine bekliyorum. İlk 2 bölümü bu hikayeyle paralel gitse de 3. bölümden sonra hikaye, dil ve işleniş açısından epey değişiyor. Yine de buradasınız ve bu hikayeyi okuyorsunuz. Daha fazla uzatmadan;
Keyifli okumalar diliyorum,
-
-
-
Sevmek Anlaşmak Değildir... |1. Bölüm- Ahmak!|
Çantamın fermuarını çekmeden önce son bir gayretle sıkışan kumaş parçasını çekiştirdim. Aldığım her eşyanın bir yerinde defo olmasının kaderim mi yoksa kötü şansım mı olduğuna bir türlü karar veremiyordum. Yok aldığım mantonun düğmesi kopuk, yok elbisemin fırfırı çıkık... Şimdi de çantamın fermuarı! Resmen kafayı sıyıracağım! Can havliyle bir kez daha çekiştirdim. VE. Ah!.. Fermuar yerinden fırlayıp çıktı. ÇILDIRACAĞIM!
Elimle yeni şekil verdiğim kumral dalgalarımı karıştırıp güya yeni, fermuarı bozuk, çantamı boşalttım ve daha dün hevesle eskisini yenisine değiştirdiğim çantama geri doldurdum. Neyse ki bunun bir defosu yoktu. Yani, vardı ama içindeydi. Kimse görmezdi. Neyse diyerek çantamın sapını başımdan geçirdim. Okul biraz uzaktaydı, ama henüz otobüs kartı çıkartamamıştım ve fazladan verecek iki yüz bin liram dahi olmadığımdan kırk dakikayı yürümeye karar vermiştim. Ellerimi ceplerime sokarken heyecanlıydım. Yani ilk ferdi sosyal buluşmam için heyecanlı olmayayım da ne yapayayım değil mi? Üniversite bu sonuçta. Ne liseye benzer ne gece yatmalarına. Tozlu topraklı yolların çıktığı yeşil çimenlere, yükselen taş binalara, kalem etekli, kare gözlüklü profesör bayanlara... Ah hadi ama bir çoğumuzun hayalinin bu olduğunu biliyorum. Kimilerimiz yıllarını kimilerimiz bir ömrünü veriyor üniversitelere. Ama ben öyle değildim. Benim hayatımın görüş açısında iki yol vardı birbirinin zıttına bakan.
Bir; on sekizime bastığım anda gireceğim o lanet sınavın üstesinden gelmek ve edebiyat bölümünü bitirmek. İki; Yurttan çıkmak, bir süre kendi ayaklarının üzerinde duracağına kendini inandırmak ve sonunda pes edip insanların 'paralı sürtük' diye kafalarında canlandırdıkları o profile girmek. İlk yolu seçtim. Zor oldu. Sınavı kazanmak, Eskişehir'den kalkıp İzmir'e gelmek. Okula olabilecek en yakın ucuz evi bulmak. Ama hayatımın striptiz kulüplerinde harcanmasına göz yumamazdım o yüzden başarmak zorundaydım ve başardım.
Mesaj sesini duyduğumda yolun yarısını çoktan aşındırmıştım. Beş dakikalık bir mesafe kalmıştı hatta mesajı okuduğumda.
"İlk gününde başarılar. :))
Can" Beni otuz iki diş güldüren bu mesaja dudaklarımı ısırarak cevap verdim, daha doğrusu tam telefonumun tuşlarına basmaya başlamıştım ki yürümek istemediğime karar verip ayaklarımın altında boyunlarını bükerek kaderlerine razı olan çimenlere kendimi bıraktım. Kampüsüm hemen önümde uzanıyordu ve eh daha dersin başlamasına da on dakikadan fazla vardı. Uzun dalgalarımı çimlere simetrik olarak yayarak uzandım, dizlerimi ise kırarak mesaja cevap vermek için uygun pozisyona kavuşmuş oldum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sevmek Anlaşmak Değildir...
ChickLitNaz sadece biraz kötümser, realist, az buçuk felaket tellalcısı... Kısacası tam bir bela mıknatısı. İroni fabrikası bir adam... Ve okumak için yollara düşen sivri dilli, yetim bir kız. Naz tekeri patlak, yaşlı bir kamyonda ve kader hep yokuş aşağı s...