Sevmek Anlaşmak Değildir... |40. Bölüm Lal Olan Gerçekler| Part 2

2.4K 140 45
                                    

Hikayenin restorasyonlu halini okumak için profilimdeki; Bir Şansımız Olsaydı isimli hikayeye bekliyorum.

Keyifli okumalar ;

-

-

-

Sevmek Anlaşmak Değildir... |40. Bölüm Lal Olan Gerçekler| Part 2

-Harun-

"Mezuniyete neden gelmedin?" Barış elinde tuttuğu dandik bir rulo ile ofisime girerken ben son üç aydır hep yaptığım gibi telefonumun ekranına bakıyor ve bana o güzel haberi verecek olan adamın aramasını bekliyordum. Arayacak ve 'onu bulduk efendim.' diyecek olan adamı. "Harun?" dedi sessizliğime alışmış olan arkadaşım sabırla.

"Çünkü mezun olmadım." dedim aradığı cevabı ona sunarak. Final sınavlarına girmemiş, tezimi teslim etmemiştim. Bu şartlar altında nasıl mezun olacaktım ki? Çocuk parmaklarıyla masada tutturduğu ritim eşliğinde nefes aldı.

"Bak," dedi makul olmaya çalışan bir tavırla. "artık onu düşünemezsin tamam mı? O defteri kapatıp rafa kaldırdın sen, Harun. Deftere uzandıkça kendini kanatıyorsun dostum. Bırak o raf tozlansın, yaran kabuk bağlasın."

Dudaklarımı birbirine bastırıp dişlerimi sıkıştırdım. Koltuğun arkasına astığım ceketime uzanırken elimi havaya kaldırıp "Barış." dedim sadece. Susmasını istiyordum. Yediğim haltın beni ömrüm boyunca kanatacağını biliyordum ve kanatıyordu da işte. Şikayetçi değildim ben bu durumdan hatta memnum bile sayılırdım. Çektiğim acı onunla geçirdiğim keyifli vakitlerin ne denli gerçek olduğunun kanıtıydı. Ne kadar mutlu olmuşsam o kadar çok acıyordum. Garip ama bu acıyı seviyordum ve sanki acı gitse kaybolacakmışım gibi hissediyordum. "Sonra görüşürüz." dedim son zamanlarda hep yaptığım gibi, Nazlı hakkında konuşmaya gelen herkesin yanından uzaklaşarak. Etraftaki çalışanların arasından ifadesiz bir suratla asansöre ulaşırken elimdeki telefonu sıkıştırmaya başladım. Tuna'nın evinden çekip gittiğinden beridir haber alamadığım için iyice sakinleşen ruhuma hayretler içinde bakıyordum doğrusu. Eve gidiyor, bir ekonomi kanalı açıyor ve üzerinde sızana kadar bir koltukta pinekliyordum. Çoğu zaman oturma odasından bile çıkmıyordum. Yemeği dışarıda yiyor, duşu spor salonunda alıyordum. Ha evet spora gidiyordum ama genelde kum torbasını pataklayıp geri geliyordum. Acımı değil belki ama kendime olan öfkemi bir nebzede olsun dışarı atıyordum böylelikle. Diğer odalara hiç girmiyordum ama. En son nasıl çıktıysak bu evden öyle kalsınlar diye adım bile atmıyordum başka odalara. Hunharca kaldırıldığımız yataktan ittiğimiz yorganın kırışıklılarında hevesimizi, keyifle içtiğimiz son kahvelerin lekelerinde neşelerimizi saklıyordum. Bazen de bana eziyet olsun diye giderken bıraktığı elbiseleri izliyordum. İşte o zamanlarda kendimi tutamayıp ağlıyordum ama özleme duvar çekemediğimden gözyaşlarıma da mani olmuyordum. Doyasıya akıyorlar, işlediğim günahları gözyaşlarımda boğuyorlardı. Seviyordum ağlamayı; acılarım özgürleşiyor, sustuğum her saniye hatırına yanaklarımdan çeneme kayıyorlardı.

Birden elim titredi ve derinlere dalmışta acılarıyla oyun oynayan beni uyandırdı. Kalbim göğüs kafesimle kavgaya tutuşmuş gibi atarken arayanın tuttuğum adam olması için dua etmeye başlamıştım ama ekranda yazan isim en az aramasını beklediğim isim kadar şaşırtıcıydı.

"Ivan abi?" dedim şirketten çıkıp arabama atlarken. "Bir şey mi oldu?"

"Seni sormalı." dedi telefonun ucundaki diğer ses. "Daha doğrusu sizi."

Kaşlarım istemsizce çatılırken alt dudağımı ısırdım.

"İnternet ödemelerini takip ediyordum ve bizim yazlığın üç aydır fatura çıkarttığını fark ettim." Göğsümle kavgaya tutuşan kalbim daha da delirirken gaza yüklendim. Bakışlarım balıklaşmış zihnimde patates püresi kıvamına gelmiş olabilirdi ama hala iki ile ikiyi toplayabilecek bir haldeydim. "Sonra Leyla'yla konuştum ve bana Naz'ın bir süredir bizim yazlıkta olduğunu söyledi."

Sevmek Anlaşmak Değildir...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin