Hikayenin restorasyonlu halini okumak için profilimdeki; Bir Şansımız Olsaydı isimli hikayeye bekliyorum.
Keyifli okumalar ;
-
-
-
Sevmek Anlaşmak Değildir... |27. Bölüm Yüzde Otuz|
Belden aşağımda hafif bir ağrı vardı. Aslında garipçe bir sızıydı. Gözlerimi bile açmak bu kadar zorken nasıl bir şeyler hissedebiliyordum bilmiyordum ama sızı hissetmeyi reddedebileceğim bir raddede değildi. Yüzümü buruşturarak derince bir nefes verdim. En son neler olduğu hakkında... Sızlayan kasıklarım ya da aklımda kare kare beliren kanlı resimler dışında bir fikrim yoktu. Ama aklım bunca kaygı kaynağı meselelere ev sahipliği yaparken fazlasına ihtiyaç var mıydı ki zaten?
Bir nefes daha alıp gözlerimi açmaya zorladım. Bembeyaz duvarlar, duvara monte edilmiş bir küçük televizyon. Baş ucumda, üzerinde güller olan ince belli beyaz bir vazoyu tutan bir komadin. Sol duvarda kırmızı bir lale resimli çerçeve... Gözlerimi tekrar sımsıkı yumdum. Tüm bunların ötesinde elimde bir adet damar yolu ve vücuduma bağlı, öten bir makina vardı. Bana ne olmuştu? Ürkütecek kadar beyaz bir odada yapayalnız bir başıma... Korkuyla etrafıma bakındım. Harun neredeydi? Ya da en azından... Ne bileyim? Eylül falan?... En kötü ihtimalle bir doktor? Kimsecikler yoktu. Bu gün günlerden neydi? Saat kaçtı? Bana ne olmuştu? Olan şey neden olmuştu? Bir sürü saçma soru aklıma doluştuğu sırada birden kapı açıldı.
"Harun?" dedim ani bir refleksle. Ama pek doğru bir tahmin değildi ne yazık ki. Tuna elinde kahveyle kapımda duruyordu. Suratında şaşkın bir gülümseme ve aynı zamanda da rahatlama ifadesi vardı.
"Umulandan erken uyandın da ha küçük İtalyan?" dedi hevesle yanıma gelirken. Kahveyi vazonun yanına bırakıp yatağımın ucuna oturdu.
"Herkes nerde?" dedim uyuşuk bir sesle.
"Beş dakika farkla milletti kaçırdın desem bana inanır mısın? Herkes az önce çıktı. Ama birkaç saat içinde Harun döneceğini söyledi. Eğer bir ihtiyacın varsa bana söylemen yeterli."
Tüm bu söyledikleri arasında aklıma takılan tek bir şey vardı. "Başıma seni mi bıraktı?" Doğrulmaya yönelik yaptığım hareket kasığımda inanılmaz bir sancıya sebep olmuştu. Başım yastığa düşerken derince bir nefes aldım.
"Garip, değil mi?" diye sordu bıraktığı fincanı eline alarak. "Ama herkesi bir toplantı için çağırdılar ve sana bakmakta bana kaldı."
Aklım hala aynı soruda takılmıştı. Harun başıma Tuna'yı mı bırakmıştı. Kaşlarımı kaldırdım. İnanılır şey değildi doğrusu. Elimi alnıma bastırırken başımı yana eğmiştim. "Ne zamandır uyuyorum ben?" diye sordum başka bir konuya geçerek. Bulunduğum konum itibari ile Tuna ya da Harun'a kafa yoracak halde değildim ne yazık ki.
"Ameliyat olduğun gece dahil iki gecedir buradayız." Kahveyi tekrar bırakırken ayaklanmıştı. "Burada bekle. Doktoru çağıracağım."
Kafamı sallayarak düşündüm. İki gece. Aslında çok değildi ama hasta olmadığımı ve birden kanamaya başladığımı düşünürsek şaşırtıcıydı. Elim kasıklarıma gitti. Bir de ameliyat olmuştum. Ama neyim vardı? Kafayı yiyecektim yahu! Derken kırklı yaşlarının ortalarında tıknaz, hafif toplu bir bayan içeri girdi. Elinde bir dosya ve röntgen sonucu tutuyordu.
"Birkaç saat daha uyanmazsın diye bekliyorduk." dedi doktor cıvıl cıvıl bir sesle. İfadem mahçuplaşmasına rağmen temsili bir tebessüm yerleştirdim dudaklarıma. Tam o sırada içeri Ivan abi de girince endişe denizinde yüzen benliğim biraz olsun rahatladı. Temsili tebessüm içten bir gülücüğe dönüşmüş ve sanki boşluktaki bedenim tutunacak bir dal bulmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sevmek Anlaşmak Değildir...
ChickLitNaz sadece biraz kötümser, realist, az buçuk felaket tellalcısı... Kısacası tam bir bela mıknatısı. İroni fabrikası bir adam... Ve okumak için yollara düşen sivri dilli, yetim bir kız. Naz tekeri patlak, yaşlı bir kamyonda ve kader hep yokuş aşağı s...