Bölüm şarkısı Jaymes Young ~ Moondust
10. BÖLÜM "KAN"
●
Özgürlük ruhun bedenden çekilişi değil, kalpten ayrılamayan zavallı bir köleydi. Özgürlük sadece bir kelimeydi aslında. Asıl özgürlük senin ruhundaki özgürlük olmalıydı. Sen ruhunu parmaklar ardına hapsedersen, özgür olabilmeyi hayal edip durursun.
Ancak sadece hayal edersin.
Eğer ruhunu korkarak buğulu bir camın arkasına saklarsan, özgürlükten korkuyorsun demektir. Özgür insanlar yanında kimse olmadığı zaman bile güçlü olan insanlardır.
Ben ruhumu özgür bırakmaktan korkuyordum. Ancak neden bedenimi tutsak edenlerden nefret ediyordum? Aslında ruhumu tutsak ederek, saklanan ben değil miydim?
Başımı iki yana sallayarak arabanın gidişini izledim. Canım yanmıyordu. Ruhum kanlar içerisinde kalmıştı. Gözlerimden akan yaşlar görüşümü bulanıklaştırırken, duvara tutunarak karanlık odaya baktım ve yatağa oturdum.
Kendi kendime ne yapacağımı düşünüyor, bu bataklıktan nasıl temiz çıkabilirim onu düşünüyordum. Kalbim çoktan yenilgi bayraklarını hazırlamıştı ancak beynim inatla bir şeyler yapabileceğimi düşünüyordu.
Dirseklerimi dizlerime yaslayarak başımı ellerimin arasına aldım. Saçımı çekiştiriyor, derin nefesler alıp kendime gelmeye çalışıyordum. Daha demin tam arkamdaydı. Abisine yardım ediyordu!
Gözlerimden akan yaşları silip kapıya doğru ilerledim ve kapıyı açıp dışarıya çıktım. Uzun koridorun sağda kalan tarafında Erim'in odası vardı ve ben doğruca oraya gidiyordum. Bana silah kullanmayı öğretmesini söyleyecektim. Buna ihtiyacım vardı.
Yanımda olmasına ihtiyacım vardı.
Ona olanları söylemeyecektim. Tek yapmam gereken silah kullanmayı öğrenmek ve kendi başımın çaresine bakmaktı.
Ruhumu çoktan o demir parmaklıklardan çıkartmış, onu özgür bırakmıştım. Şimdi ise bedenim özgür kalmalıydı. Ve bedenim Bartan ölmeden asla özgür kalamayacaktı.
Kapıyı açıp başımı yerden kaldırdığım anda puslu hava dağılıp yerine utanç rüzgarı esti. Erim çıplaktı ve altında sadece bir boxer vardı. Hızla arkamı dönüp gözlerimi yumdum.
Çıplak ayaklarının parkede çıkarttığı sesi duyabiliyordum. Şimdi tam arkamdaydı ve onun güzel kokusu beni alaşağı etmişti. "Ne oldu güzelim?" diye fısıldadı kulağıma doğru. Aniden açıkta kalan boynuma dudaklarını bastırıp derin bir nefes aldığında her zerremin titrediğini hissediyordum. Ellerini omuzlarıma yerleştirip beni yerimde döndürerek kendine çevirdi. Kaşları çatılırken ağladığımı anladığını, anlamıştım. "Neden ağladın sen?"
Gözlerimi kaçırıp gözlerimi yere odakladım. Şuan bir yalan bulmak istiyordum ancak kafamdaki tüm düşünceler boşalmış gibiydi. Dudaklarımı birbirine bastırıp kısık gözlerimin arkasından ona baktım. "Uyuyordum. Daha yeni uyandım. Büyük ihtimalle bu yüzden böyleyimdir."
Baş ve işaret parmağıyla çenemi tuttu ve gözlerimizi birleştirdi. Maviliklerimiz karışıp büyük bir okyanusu temsil etti ve kıyılara çarpıp bizi alaşağı etti. "Gözlerin kızarmış, sarı. Yalan söylemek kötü bir şeydir, biliyorsun." Gözleri parladı ancak gülümsememişti. Bu gözler nasıl gülümsüyor gibi görünüyordu? "Hele ki benim gibi bir adama. Benim gibi adamlar yalan söyleyenlere ne yaparlar biliyor musun?"
Kaşlarımı kaldırıp "Ne yaparlarmış?" Diye sordum. Bana biraz daha yaklaşıp önüme gelen saçları omzumun arkasına attı ve gözlerini kısıp yüzümü inceledi. "Ayaklarını çimentoya sokar, denize atarlar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEHLİKELİ İNTİKAM
Romanceİki adam. Biri karanlık bir buz, diğeri karanlığın kolları. Biri kızıl bir ateş, diğeri mavi okyanus. Bir kadın. Yaşadığı ihanetle, gözünü intikamın bürüdüğü bir kadın. Tüm bu yalanlar, ihanetler, karanlık ve suçlar var olurken kadın yanacak mıydı...