Son Yemek

524 55 18
                                    



Akşam yemeğine indiğimizde Simon'la hala kitaptaki ritüeller hakkında konuşuyorduk. Önümüzde giden Sam ve Amber geçen hafta çıkmaya başlayan Kim ve Marven'ın dedikodusunu yapmakla meşguldüler. Yemekhaneye girip tanıştığımız günden beri oturduğumuz yere yerleştik ve yemeklerin dağıtılmasını bekledik. Aynı zamanda Mark'ın konuşma yapmasını da bütün salonla birlikte bekliyorduk.

Çocukların farklı yerlere gönderilmesinin nedenini Amber daha sonra açıklamıştı. Yetimhane gerçekten çok eski olduğu için artık içinde kalmak tehlikeli hale gelmiş. Dolayısıyla yetimhaneye biz gelmeden üç ay kadar önce kapatılma emri gelmiş. Bizim buraya geldiğimizde yetimhanenin kapanacağı belli olduğu için yeni kişileri getirmiyorlardı, bunun yerine çocukları farklı yerlere yerleştiriyorlardı. Bizim buraya gelmemiz bu yüzden küçük çaplı bir şok dalgası niteliğindeymiş.

Herkesin yemekleri dağıtıldığında Mark her akşam olduğu gibi ayağa kalkıp üstünü silkeledi ve kürsüye yürüdü. ''Bu gün aramızdan ayrılacak kişileri hemen hemen hepimiz çok iyi tanıyoruz. Çoğunuzdan önce buradalardı. Üzülerek söylemliyim ki bu iki kişi, Amber ve Simon.''

Elimdeki kaşık patateslerin arasına düşerken gözlerimin sonuna kadar açıldığını hissedebiliyordum. Hiçbir şey yapamıyordum. Sanki bütün kemiklerim yerinden çıkarılmıştı, et yığını olarak kıpırdayamıyordum. Gözlerimi zor da olsa Simon'a çevirdiğimde onun da benimle aynı durumda olduğunu gördüm. Bunu hiçbirimiz beklemiyorduk. Sam sakince yemeğini yemeye devam etti. Onun bu sakinliği niye hiçbir durumda bende olamıyordu ki?

Amber'ın gözlerinin dolduğunu gördüm. Burnunu çekerken başını tabağından kaldırdı, ''Eh, o zaman birlikte son yemeğimizin tadını çıkaralım değil mi?'' Bu kız cidden her durum karşısında pozitif bakış açısını koruyordu ki bu bazen beni çileden çıkarıyordu. Simon inanamayarak başını Amber'a çevirdiğinde gözlerindeki buzların eriyip gözyaşına dönüştüğünü gördüm. Başrolü oynadığı trajediyi anlatırken bile soğukluğunu koruyabilen Simon şimdi neredeyse ağlayacak durumdaydı.

Açıkçası ben de öyleydim. Buraya geleli yaklaşık iki ay olmuştu ama birbirimize gerçekten çok alışmıştık. Birbirimizi olmayan ailelerimiz yerine koymuştuk.

Zoraki gülümsemeler ve hüzünlü gözlerle yemeğimizi bitirdik. Amber ve Simon'ın Mark'ın odasına gitmesine daha bir saatten fazla süre vardı, biz de artık alışkanlık haline gelmiş rutin adımlarla ana odaya geçtik.

Her zaman yaptığımız gibi köşemiz otururken Simon ve ben kitaplığa uğrayıp dün incelemeye başladığımız üç kitabı raftan çektik ve çoktan yerlerine yerleşmiş olan Amber ve Sam'e katıldık.

Amber konuşmanın ortasında diğer arkadaşlarıyla da vedalaşması gerektiğini hatırlatınca yanımızdan ayıldı. Üçümüzün aksine o daha sosyal birisiydi. Amber diğerlerinin yanına gittiğinde sessizliği bozan kişi şaşılacak bir şekilde Simon oldu.

''Biz gittiğimizde, arkadaş edinin tamam mı? Yoksa sizinle uğraşmaya başlarlar. Ayrıca sakın kendinizi bırakmayın. Güçlü olmak zorundasınız.'' doğrudan gözlerimin içine bakıyordu Bu cümlenin alt satırlarını oldukça rahat bir şekilde okuyabiliyordum. ''Ben gittiğimde, sakın kendini kaybetme.''

Sam her ne kadar bana beni suçlamadığını söylemiş olsa da kazadan sonra asla eskisi kadar yakın olamadık. Her zaman aramızda onun örmekten benim yıkmaya çalışmaktan vazgeçmediğim bir duvar vardı. Aslında onu suçlamıyordum. Nasıl suçlayabilirdim ki? Bana kızgın olmakta oldukça haklıydı.

Saat dokuza vurduğunda Amber yaklaşık on dakikadır bizimleydi. İkisi ayağa kalktı ve iki tarafta ne yapacağını bilemez halde salonun köşesinde dikildi. Hiç kimse bir birine veda etmek istemiyordu. Sonra Sam Amber'a doğru bir hamle yaptı ve ikisi de kardeşmişçesine sarıldılar. O an Amber'a olan kıskançlığım hat safalardaydı. Fakat hala başımdan gitmemiş olan şeytani ses kıskançlığımı bastırdı. Olanlar senin eserin o yüzden kapa çeneni.

Bakışlarımı yerden Simon'a çevirdim ve belki son kez hiçbir şey düşünmeden bedenimi onun kollarının arasına bıraktım. Bütün ağırlığımı bir anda kaldırmaya çalıştığı için hafifçe yalpaladı ama geri toparlandığında bana sımsıkı sarıldığını hissedebiliyordum. Yüzümü göğsüne gömünce ceketinin fermuarı her zaman olduğu gibi yüzümü çizdi. Bu bana çatıda ilk sarıldığı anı hatırlattı, perişanken hiçbir şeyin farkında değilken.

Omuzlarımdan tutup beni kendinden ayırdı. ''Claire, sana söylemem gereken bir şey var. Bunu söylemem neden bu kadar uzun sürdü bilmiyorum ama gitmeden önce söylemeliyim. Bilmeye fazlasıyla hakkın var.''

Ceketinin cebini bir iki saniyeliğine kurcalayıp bir kart çıkardı. Avucumda tüy kadar hafif kardın diğer yüzünü çevirdiğimde bunun eski bir fotoğraf olduğunu anladım. Fotoğrafı gördüğüm anda tanımıştım ve gözlerimin dolmasına engel olamadım.

Sam ve ben küçükken evin içerisinde bir sürü oyun oynardık. Bir gün elim sende oynarken Sam beni ebelediğinde ayağım katlanmış kilime takılmıştı ve bende kitaplığın üzerine düşmüştüm. Sarsılan kitaplığın tepesinden ufak bir çerçeve düşmüştü. İkimiz de o çerçevenin orada olduğundan bir haberdik, o yaşta hazine gibi bir şey keşfettiğimizi zannetmiştik. Kırılan camların elimi kesmemesine dikkat etmeye çalışarak fotoğrafı cam kırıklarının arasından çıkardım fakat son hamlede elime giren ufak cam parçasına engel olamamıştım.

Fotoğrafta bir adam ve kadın vardı, kucaklarında iki çocukla oldukça mutlu bir şekilde gülümsüyorlardı. Fotoğraf biraz bulanık ve parazitliydi. Sanki kullandıkları kamera ömrünün son demlerindeydi.

Gürültüyü duyan annem mutfaktan yanımıza gelip iyi olup olmadığımıza bakacakken elimizdeki resmi ve yerdeki cam kırıklarını fark etti. Manzara onu rahatsız etmiş olacak ki diz çöküp bizim seviyemize indi. Ona bu fotoğraftakilerin kim olduğunu sorduğumuzda o iki bebeğin biz, kadının kendisi, adamın da babamız olduğunu söylemişti hafif buruk bir sesle.

Ona babamızın şimdi nerde olduğunu sorduğumuzda dolan gözleriyle gülümsedi ve o korkunç hikâyeyi anlatmaya başladı;

Ormanın ortasında bir kereste fabrikasında çalışıyormuş babam. Öğle yemeği sırasında vardiya ondaymış. Küçük parçalara ayırdığı odun parçalarını öğütmek için makinenin başında bekliyormuş. Yanlışlıkla elini kesme makinesine kaptırmış ve hiçbir arkadaşı yanında olmadığı için olay öğle molası bittiğinde fark edilmiş. Babamın öğütülmüş kemikleri çarklara sıkışıp makineyi durdurmuş ama bunun için fazla geçmiş.

Şimdi elimde duran fotoğraf evdekinin tıpatıp aynısıydı fakat çok daha küçük bir versiyonu. İlk şoku atlattığımda kafamı kaldırıp, ''Bunu nereden buldun?'' diye sordum.

Gözlerini ayırmadan konuşmaya başladı. ''Çatıda getirdiğin kitabı hatırlıyor musun? Senin arkandan kitabı toplarken kapak ikiye ayrıldı ve içinden bu fotoğraf çıktı. O gün onu görmenin seni daha fazla üzeceğini düşündüğümden sakladım. Üzgünüm.''

Önemli olmadığını söyledim, hatta benim için daha iyi olmuştu. Haklıydı da eğer o fotoğraf o gün elime geçseydi suçluluk duygun katlanırdı büyük ihtimalle.

Zor da olsa birbirimiz veda ettik. Amber ''Geç kalıyoruz.'' diye çırpınarak Simon'ı kapıya doğru çekiştirdi. Sam'le yan yana durarak tek arkadaşlarımızın gidişini izledik.

Aramızda tekrar oluşan garip sessizlik örtüsünü Sam kaldırdı. ''Simon'la aranızda bir şey mi var?'' Şaşkınlık içinde kafamı ona çevirdiğimde eski günlerde olduğu gibi kıkırdamaya başladı. Kulaklarımdan ateş çıktığını hissetsem de ona şakayla karşılık verdim. Normalde böyle düşündüğü için ona tavır yapardım ama iki aydır Sam ilk defa benimleydi ve en önemlisi mutluydu.

Safkan Canavar (CreepyPasta OC)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin