Amber'ın bir elini alarak parmaklarını açtı. ''Güzel ellerin varmış aslında, yazık olacak. Ama belki tedavi işe yarar, ne dersin?'' Ardından serçe parmağını makasın iki kanadı arasına aldı. Amber korkudan yerinden kıpırdayamıyordu. Onun aksine ben sedyeyi devirmeye çalışırcasına çırpınıyor, ağzıma gelen bütün kelimeleri durması için kullanmaya çalışıyordum.
Ama nafileydi. Makasın hızla kapanma sesine Amber'ıne etine ve ardından kemiğine giren bıçakların sesi eşlik etti. Ardından Amber'ın tiz çığlığı bütün odayı doldurdu. Göz yaşlarımı daha fazla tutamıyordum. Mark kendinden geçmişçesine Amber'ın parmakları kesmeye devam ediyordu. Amber'dan daha çok çığlık atıyordum. Ona benim canımı yakması için, Amber'ı rahat bırakması için yalvarıyordum.
O benim sevdiğim tek şeydi. Beni hayatta tutan tek şeydi. O benim herşeyimdi.
Mark eserine bakmak için birkaç adım geri çekildiğinde Amber ağrı şokuna girmişti. Birkaç saniye daha dikkatle parmaklarını incelediğinde onu sinirlendiren bir şey varmıs gibi ''İyileşmiyor! Olmuyor!'' diye bağırıp elleriyle saçlarını yolmaya başladı. Sinirle bir iki oluk alıp elindeki devasa makası Amber'ın göğsüne sapladı. ''İşe yaramaz... Götürün bunu!'' Matt ve John Amber'ın cesedine yaklaştıklarında olanlara inanamıyordum.
Amber... ölmüştü. Ona söz vermiştim. Onu buradan çıkaracaktım. Damarlarımda kavrulan öfkenin beni değiştirdiğini hissettim. Ağzımdan hiç de insani olmayan bir çığlık koptuğunda görüşüm kımızıyla bulanıklaşmıştı. Az önce burada olmayan dumanlar her yeri sarmıştı. Ellerime baktığımda tırnaklarımdan yukarıya siyah derinin çıktığnı gördüm. Parmaklarım kıvrılıyor, tırnaklarım uzayarak pençelere dönüşüyordu.
Bir ki çekiştirmeyle kayışlardan kurtuldum. Mark'ın yüzündeki korkuyu okuyabiliyordum. Dudaklarıma yayılan gülümsemeyle onun üstüne atlıyordum ki başımın arkasına yediğim sert bir darbe görüşümün kapanmasına neden oldu.
Karanlık, hiçbir şey göremiyordum. Sonra her zaman olduğu gibi O belirdi. ''Gerçekler senin en doğal hakkın oğlum.'' Bu sefer farklı şeyleri söylediğine şaşırmıştım. ''Kendine bir bak önce''
Ne göreceğimi merak ederek önümde beliren aynaya doğru gittim. Tırnaklarım simsiyah pençelere dönüşmüştü. Aynı renkteki saçlarımın arasından bir o kadar siyah olan iki boynuz çıkıyordu, uçları sanki kana bulanmış gibi kırmızıydı. Ama en ilginç olan şeyler yüzümdeydi. Göz bebeklerim kedilerinki gibi sivriydi ve orijinal renginde, maviydi. Fakat beyaz olması gereken yerler kan kadar kırmızıydı. Çenemin yanındaki derimin yerine bir seri diş vardı. Dik olarak baktğında gülümsüyor gibi bile görünüyor olabilirdim. Ağzımı açıp keskinliklerine bakmak için parmağımı kenarında gezdirdiğimde az kalsın parmağımı kesiyordum.
''Senin gerçek formun bu Simon. Hiç Amber ile aranızda fiziksel olarak bir çok fark olduğunu fark etmedin mi? Senin baban benim Simon. Sen Zalgo'nun oğlusun. O gölgelerin seninle olmasının sorumlusu da benim. Daha önce genlerinde gizli olarak kalan bir takım gen şimdi kanına karışan kimyasal yüzünden açığa çıktı.'' O'nun ayaklarının altında baygın bir beden belirdi. Gözlerimin ona odaklandığını hissedebiliyordum.
Midem acıyordu, tırnaklarımı bedenine geçirmemek için kendimi zor tutuyordum. Genzimden kaçan hırlamaya engel olamadığımda Zalgo'nun kahkaha attığını duydum. ''Hepsi senindir oğlum, tadını çıkar.''
O gölgelere dönüşerek kaybolduğunda ben de bedenin üstüne atladım. Pençelerim derisinden içeri girerek etini parçalıyor, kemiklerini kırıp kanatıyordu. Dişlerimi etine geçirdiğimde daha önce yemek yemiş olduğumdan şüphe ettim.
Artık bir cesetten ibaret olan bedenle işim bittiğinde gölgeler de geri çekilmeye başlamıştı. Gözlerim ışığa biraz alıştığında önümdeki kapıyı olanca gücümle açtım. Bütün ışık biraz duraksamama neden oldu. Kafamı kaldırdığımda Mark'ı görmemle nefretimin geri geldiğini hissettim. Bir savaş çığlığı atarak bir iki adım ilerlemiştim ki iki el silah sesini duydum. Sol pençelerimi kendime siper edip olanca hızımla bana ateş açacak kadar salak olan Matt'in üstüne atladım.
Matt'e doğru fırlarken aynı zamanda sedyede yatan kızın kayışlarını yırttım. Kız bir şekilde tanıdık geliyordu. Bir gözü kırmızı diğer gözü yeşil pek fazla tanıdığım olamazdı değil mi? Zihnimde yıldırım gibi bir isim belirdi. Claire. Yan sedyede yatan kişi Sam olmalıydı o zaman değil mi? Kafamı iki yana sallayıp düşüncelerin saldırımı engellemesini önlemeye çalıştım.
Pençelerim gözlerinden içeri girip bedeninden yaşamını aldığımda biraz daha iyi hissediyordum kendimi. Etini parça parça yedikten sonra damarlarımda dolaşan güç beni delirtiyordu. John kokudan elindeki silahı düşürmüş titreyen bacaklarıyla benden kaçmaya çalışıyordu.
Kanının cazip kokusu havayı doldurmuşken kendimi tutmam imkansızdı. Üstüne atlayıp onu yere düşürdüğümde hala kaçmak için çırpınıyordu. Pençelerimi göğüs kafesinden içeri sokarak kalbini ortaya çıkardım. Kalbini söktüğümde gözlerindeki hayat ışığı solmuştu. Kalbini geriye hiçbir şey kalmayana kadar yedim. Sanırım en lezzetli yerleri kalpleriydi. Şimdiden favorim olmuştu.
Damarlarımda aktığını hissettiğim güç yerimde durmamı zorlaştırıyordu. Biraz olsun rahatlamak amacıyla en yakınımdaki pencereden dışarıya atlayıp ormana koşmaya başladım. Hala açtım ve bu açlığı durdurmak için kocaman bir gecem vardı.
Ve Simon sahneden çekilir! Simon'ın nasıl yamyama dönüştüğünü biliyorsunuz artık. O pislik Mark2ın enjekte ettiği ilaç bir şekilde Simon'ın genlerinde henüz aktif olmamış Zalgoloid genlerini harekete geçirdi ve Simon da gerçek formuna döndü. Eğer isterseniz Simon'ın bu özellikleriyle ilgili bir tanıtım bölümü yapabilirim, tabii isterseniz. Çünkü hikayede açıklamak biraz sor olacak. Herkese iyi okumalar!^^
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Safkan Canavar (CreepyPasta OC)
FanfictionEtrafımı çeviren aynalara baktım. Önümde duran yansıma benim yerime kız kardeşime aitti. ''Hepsi senin suçun.'' Tüylerimi ürperten bir kahkaha yankılandı aynaların arasında. Kız kardeşim bir aynadan silinip diğerinde belirirken ona yetişebilmek için...