Siyah arabadan indiğimizde kendimi daha önce hiç hissetmediğim kadar ihanete uğramış hissediyordum.
Tabii bizi yetimhaneye verip vermemek onların elinde olan bir şey değildi. Sonuçta ilaç ve hastane masrafları boylarını olması gerektiğinden fazla aşmıştı.Amber benim aksime oldukça heyecanlıydı. Çünkü o Josh'un iyi olması için herşeyi yapardı. Birlikte geçirdiğimiz son beş yılda o çocuğun burnunu nasıl kırmadığıma şaşırıyordum ara sıra. Yolda bize kendini tanıtınca adının Matt olduğunu öğrendiğimiz şoförü takip ederken bahçede oynayan çocukların durduğunu gördüm. Onların ödünü koparan bir şey varmış gibi bize bakıyorlardı. Birkaç saniye sonra kendi aralarında bir şey konuşmak için gözlerini üzerimizden çektiler.
Büyük ve eski görünen tahta kapıda Amber'ın ki gibi parlak turuncu saçları olan bir kadın bize gülümsayerek bakıyordu. İnsanlar... neden gülümserdi ki? Amber da ona aynı sıcaklıkta gülümsedi. Bu dünyada gülümsemesini istediğim tek kişi Amber'dı.
''Hoş geldiniz çocuklarım. Ben Molly ve bu da kocam Mark.'' Diyerek eliyel onun arkasında duran adamı işaret etti. Mark elindeki mendille yakasındaki kırmızı lekeden kurtulmaya çalışıyordu. Molly arkasına dönüp neye uğraştığına baktı. Mendili elinden alırken gülümseyerek başını iki yana sallıyordu. ''Yine her yerini sos yapmışsın Mark, biraz dikkatli ol yemekte hayatım olur mu?'' Mark'ın Molly'e bakışı canımı acıtacak kadar sevgi doluydu. Benim bakışlarımın da Amber'a karşı öyle olup olmadığını merak ederken Molly bize odamızı gösterdi.
Fazla küçük değildi. İki yatak ve bir giysi dolabı vardı sadece Amber mutlu bir şekilde yatağın üstünde zıplamaya başlamıştı. Onu mutlu görmek beni mutlu eden tek şeydi. Bir süre daha zıpladıktan sonra kahkahalarla yatağın üstüne yığıldı. Nefesi düzene girdiğinde kafasını bana çevirip acıktığını söyledi.
Yemekhaneye indiğimizde bütün sandalyeler boştu. Aklıma Molly'nin söylediği saatten çok önce inmiş olduğumuz geldi. Bir saat kadar orada oturup Amber'la onun en sevdiği çizgifilm hakkında konuşmuştuk. Sonunda iki çocuk içeri girdi. Kendi aralarında pek şakaya benzemeyen şekilde birbirlerine vuruyor ve itiyorlardı. Aynı şekilde karşımızdaki masaya oturdular.
Yönü bize dönük olan çocuk hiç hoşlanmadığım bakışlarla Amber'ı süzmeye başladığında sinirlenmeye başladığını hissettim. Amber bir elini koluma koyup ''Neden sinirlendin ağabey?'' diye sorduğunda bakışlarım Amber'ın minik el aynasına takıldı. Yansımama baktığımda yüzümde sinirden hiçbir iz göremedim. Bunu yapmayı başaran tek insandı Amber. Yüzüme bir şekilde yansıtamadığım tüm duygularımı tek tek okuyabiliyordu, ona yalan söylemem kesinlikle imaknsızdı.
''Çocuklar pek hoşuma gitmedi Amber. Onlardan uzak dur tamam mı?'' diyerek saçlarını karşıtırdım. Kafasını sallayarak bana gülümsedi ve mutlu bir tavırla şarkı söylemeye başladı. Şarkısının yarısına bile gelmemişken kapı açıldı ve içeri bir çocuk daha girdi. Diğerleri yerlerinde dikleşip üstlerini düzelttiler. Bu davranışları gerçekten komikti. Neredeyse benim yaşımda olan bir çocuğa komutan muamelesi yapmak, asla anlayamayacağım bir şey daha.
Çocuk diğerlerinin yanına geçerken tepemi attıracak bir iki şey söyleme gafletinde bulundu. ''Sevgilini bu geceliğine bize versene.'' Suratı da en az sözleri kadar rahatsız ediciydi.
Öfkenin bütünüyle bedenimi ele geçirdiğini hissetmemle yanlardan görüşüme sızmaya başlayan gölgeleri de görmem bir oldu. Hızla sandalyadeden kalktığımda önümdeki masayı da istemeden devirmiş oldum. Çocuk o iğrenç sesiyle bir kahkaha patlattı. ''Ne o? Kavga mı arıyorsun?''
Cümlesini bitirene kadar yanına ulaşmıştım. Ağzının ortasına geçirdiğim yumrukla başı arkaya doğru savruldu. O iki büklüm olurken karnına attığım bir diz darbesiyle yere düştü. Komutanlarını koruyup korumayacaklarını merak ettiğim çocuklara bakmak için döndüğümde gölgeden iki büyük yumruğun onları sardığını gördüm. Çocukarın gözünden korkuyu okuyabiliyordum.
İçimdeki kahakahayı dışarı bıraktım. Bende kahkaha atmıştım! Başarımın verdiği gururla yerde karnını tutarak kıvranan çocuğa geri döndüm. Diğer ikisini gölgelerin halledeceğini biliyordum. Saçlarından tutup kafasını havaya kaldırdım. Titrek nefesleri ve dudağıın patlamış olmasıyla boşalan kan tekrar gülmek istememi sağlıyordu. Kıkırdayarak ona döndüm ve ''Evet kavga arıyorum seni sefil yaratık.'' Diyerek sorusuna cevap verdim. Ardı ardına karnına geçirdiğim yumruklar ağzından daha fazla kan dökülmesini sağlıyordu.
''Ağabey, bu kadarı yeter.'' Amber'ın kulaklarımda çınlayan soğuk ve net sesi neşeden yoksundu. Bu emir darbelerimi bıçak gibi kesmişti. Gözlerimden okunabildiğine yemin edebileceğim bir korkuyla ona döndüm. Bana olan bakışları sanki beni ilk defa görüyormuş gibiydi. Tam ağzını açıp bir şey söyleyecekken yemekhanenin kapısı açıldı.
İçeri giren kişi sanki katliam görümş gibi bir ifade taşıyan Molly'di. Tabii dövdüğüm çocuk kanlar içerisinde yatarken benim yumruklarım kanlı bir şekilde yanında diz çökmüş olmam manzarayı hafifletmiyordu.
''Merhaba Molly.'' Dedim el sallayarak. Belki bunun bir yardımı dokunurdu. Molly'nin ağzından çıkan tiz perdeli yüksek çığlık yüzünden kulaklarımı kapatmak zorunda kaldım. Kapının öteki kanadı hızla açıldığında Mark ile göz göze geldik. Kaşları bir baykuşu andıracak şekilde çatılmış, oldukça öfekli bir şekilde odayı tarıyordu. Gözleri dönüp dolaşıp bana ulaştığında ağzından sert bir tonla şu sözler çıktı; ''Simon Tiras! Odama geliyorsun!''
Artık evdeyim ve hikayeye devam edeceğim fakat Simon ve Amber'ın sadece iki bölümü kaldı. Birisi Claire ve Sam'in geldikleri gecenin, diğeri ise Sam ve Amber'ın öldüğü gecenin Simon'ı perspektifinden anlatacaklarım. Onlar bittikten sonra orijinal hikayeye döneceğim. Herkese iyi okumalar! ^^
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Safkan Canavar (CreepyPasta OC)
FanfictionEtrafımı çeviren aynalara baktım. Önümde duran yansıma benim yerime kız kardeşime aitti. ''Hepsi senin suçun.'' Tüylerimi ürperten bir kahkaha yankılandı aynaların arasında. Kız kardeşim bir aynadan silinip diğerinde belirirken ona yetişebilmek için...