Sabahın neredeyse dördü olmuştu ve gün ağarmak üzereydi. Herkes uykusuz ve huzursuz bir şekilde mutfaktaydı. Jeff'in elinde içinde ne olduğunu bilmediğim bir bardak vardı ve sanki hayatın anlamı orada saklıymış gibi bardağın içine bakmaya devam ediyordu.
''Çıkardığım sorun için gerçekten özür dilerim.'' diyerek cümleye başladı Simon. Saat üçten beri dilediği bir milyonuncu özür olmalıydı bu. ''Slender'ın paranoyasına alışkınız merak etme.'' diyerek onu tekrar savuşturdu Toby. Bir eli Clock'un omzunun üstündeydi. Simon'ın Zalgo'nun oğlu olması Toby ve Clock için işleri oldukça zorlaştırmıştı. Slender artık Clock'a daha fazla dikkat edecekti.
''Slender sizce Simon'ı nasıl öğrendi?'' diye bir soru attım ortaya. Bu odadaki tüm insanları arkadaşım olarak biliyordum. İçlerinden birinin bile bana arkasını dönmesi fikri katlanamayacağım kadar korkunçtu.
''Ya telepati ya da Proxylerden birisi yetiştirdi.'' diye cevap verdi Jeff. Belki de gördüğüm rüyayla bir alakası vardı. Herkes tekrar kendi düşüncelerine gömülmüşken mutfak kapısı hızla açıldı. ''Silahları bugün almanız gerek. Unutmadınız değil mi?'' diyerek içeriye dalan kişi Ben'den başkası değildi.
''Hayır unutmadık, silahları almaya Claire ve ben gideceğiz.'' Ann'in cevabını duyan Ben duymayacağım kadar alçak sesle bir şeyler mırıldanarak odadan ayrıldı. ''Bundan neden benim haberi yok?'' diye sordum.
''Aslında bu sabah söyleyecektim fakat çıkan kargaşada unutmuşum.'' diyerek bahanesini öne sürdü Ann. Silahları almaya gitmeyi isterdim istemesine ama ben dışarıdayken Simon ne yapacaktı? Ya Slender'ı yeterince ikna edememişsem ve bu görev evden çıkmam için bir tuzaksa? Ya Ann Slender'ın en iyi proxyisi olma ünvanını taşımak uğruna bizi sattıysa?
Çok fazla düşünmekten beynimin patlayacağını hissettiğimde hızla ayağa kalktım. Bu beklenmedik hareketimle odadakilerin gözlerini üzerime çekmiş oldum. Sandalyenin arkasında asılı olan kırmızı ceketimi aldım ve ''Biraz dışarıda oyalanacağım, Ann, kaçta burada olmam gerekiyor?'' diye sordum.
''Saat altı gibi burada olursan iyi olur. Fazla geç kalma ve Efendim'in sinirlerini bozmamaya çalış.'' dediği an koşar adım kendimi odadan dışarı attım. Dış kapıyı açarken mutfak kapının kapanma sesini duyduğumda beni takip edenin kim olduğuna bakmak için arkamı döndüm.
Simon. Başka kim olabilir ki? Biraz endişeli görünüyordu. ''Seninle geliyorum.'' diyerek amacını iki kelimede özetledi. ''Slender'ın bundan hoşlanacağını düşünmüyorum. Sadece kafamı dağıtmaya ihtiyacım var bir iki kişi öldürüp geri geleceğim. Fazla uzun sürmez.'' diyerek doğal olarak ona karşı çıktım.
''Slender'ın ne düşündüğü umrumda değil. Dışarıda, otelde karşılaştığımız güçlere sahip biri cirit atarken seni hayatta tek başına göndermiyorum.'' derken ayakkabılarını bağlıyordu.
''Benim cephemde işler öyle yürümüyor.'' dedim karşı çıkmanın pek bir etkisi olmayacağını bilsem de. ''Senin hayatta kalmanı istiyorsak Slender'a uymamız lazım.''
''Beni merak etme sen ben her türlü hayatta kalırım.'' dediğinde konuşmanın sonlandığını ikimiz de biliyorduk. Dediğim gibi tartışmanın bir manası yok. Simon aklına bir şeyi koyduysa o işi yapar.
Orman boyunca yürürken Simon'ın yavaş yavaş değiştiğine tanık oldum. Elleri siyah pençeler halini aldı, gözleri değişmeye başladı. En sonunda dört kampçıya rastladığımızda tamamen değişmiş bir şekilde yanımda dikiliyordu. Ona beklemesini söyledikten sonra gruptan ayrılan çocuğun yanına doğru yavaşça ilerledim.
Bir yandan içtikleri içeceklerin kutularını toplayan çocuk bir yandan da kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. Sessizce arkasından yaklaşıp bıçağı boğazına dayadığımda elindeki poşetleri yere düşürdü.
''Zack? Eğer şaka yapıyorsa hiç komik değil!'' diye bağırdı zavallı. Sesinin titremesine bacakları da eklenmişti ki bıçağın ete gömülmesiyle bütün bedenini bir daha asla hareket etmemek üzere durdu.
Aynı sessiz adımlarla Simon'ın yanına ilerledim. Fakat bu sefer sırtımda biraz önce öldürdüğüm çocuğun cesedini taşıyordum. Kesiğin ne kadar temiz olduğuna dair birkaç yorumda bulunduktan sonra ikimiz de çalıların iki tarafından ilerledik.
Üçünden biri daha öldürdüğüm çocuğun olduğu tarafa gitmişti. Sanırım başına bir şey geldiğini düşünerek kontrole gitmişti. Kendi tarafımdaki çocuğu hızla ağaca bağladıktan sonra ağzına bir parça bez tıkadım. Bağırmaması için tabii.
Elime aldığım bıçağı keyifle döndürürken kendi kendime bir kahkaha attım özlemişim bu duyguyu. Çocuğun uyanmasını beklerken Simon'ı izlemeye koyuldum.
Ağacın arkasında yarı eğilmiş bir vaziyette duran Simon kesinlikle insan dışı görünüyordu. Avına odaklanmış keskin gözleri ve her an saldırıya hazır hali keyfimi daha da arttırdı. Çocuk arkasını döndüğü anda Simon'ı gördü ve ufak bir çığlık attı. Çığlığı başlangıç düdüğü olarak kabul eden Simon, çocuğun üstüne atladı. Keskin dişlerinin çocuğun boğazına geçmesinin oluşturduğu görüntü nefes kesiciydi. Hemen hemen aynı zamanda da pençeleri çocuğun göğüs kafesini parçaladı ve onu baştan aşağı kana buladı.
Ben Simon'ın nefeslerinin buz gibi havaya karışmasını ve zavallı çocuğu yemesini izlerken önümde ki ağaca başladığım çocuk kıpırdanmaya başladı. Uyanmaları niye bu kadar uzun sürüyordu ki? Elimdeki bıçağı çocuğun bir gözüne sapladığımda çocuk tekrar acıyla haykırdı. Her zaman gözlerden başlarım. Sam için bu alışkanlığım her zaman var olacak.
İki gözünü de çıkarttıktan sonra ağrı şokunda olan çocuk çığlık atmayı, bende kalbine saplı olan bıçağı döndürmeyi kestim. Simon ise üstü başı kan içinde bana doğru sendeleyerek yürüyordu. ''Diğeri nerde?'' diye sorduğunda neredeyse sesini tanıyamayacaktım. Sesi o kadar boğuk ve hırıltılı geliyordu ki.
Şuan düşünmen gereken şey bu değil. Diye kendi kendime hatırlattım. Grup dört kişiydi. İçlerinden biri ilk ölen çocuğu kontrol etmeye gitmişti. Sessizce gittiği yöne doğru gidiyordum ki Simon'ın neredeyse fark edemeyeceğim kadar hızla hareket ettiğini gördüm.
Beni arkasına alırken aynı zamanda pençelerinden birini arkamızdan saldırmaya çalışan çocuğun tüfeği tutan eline savurdu. Amacı tüfeği çocuğun elinden almak olsa da fazla keskin olan pençeleri elinin neredeyse kopmasına neden olmuştu. Kemerimden çıkardığım bir bıçağı çocuğa fırlatıp boğazından vurduğumda çocuk yere yığıldı.
Simon eski haline dönene kadar konuşmadık. Bu süre civarında öldürdüklerimizi parçalara ayırarak kamp alanında bulduğumuz çantalara doldurduk. Jack'in yemeğini paylaşacağından şüpheliydim dolayısıyla Simon için de bir depo kursak iyi olacaktı.
Toplamda altı çantayla eve döndüğümüzde saat beşe geliyordu. Bütün günümü Simon'la geçirebilmeyi dileyerek banyoya ayaklarımı sürüyerek gittim. Açık konuşmak gerekirse ekip işlerini pek sevmezdim fakat Simon ve ben sanki birbirimizin zihnini okuyabiliyormuşuz gibi dövüşüyorduk. Ki bu bana Masky ve Hoodie'yi anımsatıyordu. O ikisinin omuz omzuza çarpışması kesinlikle bir sanat eseriydi.
Kendimi küvetteki ılık ve rahatlatıcı suya bırakırken aklımda Simon'dan başka bir şey yoktu.
Son zamanlarda yazdıklarım fazla mı basit bana mı öyle geliyor? Kafayı yiyordum az daha bunu yazarken. Abartmıyorum yaklaşık yirmi defa yeniden yazdım şu lanet bölümü. Writer's Block dedikleri bu olsa gerek :/
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Safkan Canavar (CreepyPasta OC)
FanfictionEtrafımı çeviren aynalara baktım. Önümde duran yansıma benim yerime kız kardeşime aitti. ''Hepsi senin suçun.'' Tüylerimi ürperten bir kahkaha yankılandı aynaların arasında. Kız kardeşim bir aynadan silinip diğerinde belirirken ona yetişebilmek için...