Parmaklarımı masaya vurarak düzenli aralıklarla ritim tutturuyordum. "Kes şunu," diye tısladı.
Parmaklarım anında dururken Furkan'ın güzel yüzüne baktım. Fakat O' telefonuyla uğraşıyordu. Bilerek parmaklarımı tekrar masaya vurduğumda, nihayet (!) saatlerdir uğraştığı telefonundan bakışlarını, pardon kötü bakışlarını bana çevirmişti. Sanırım takıntısı ya da ona benzer bir şeyi vardı ve bu yüzden yaptığım hiç hoşuna gitmemişti.
Gülümsemeye çalışarak "Pardon. İstem dışı oldu," dedim. Yalan! Aslında amacım böyle söylemek falan değildi. Öyle kötü bakmıştıki korkudan düşüncelerim 180 derece dönmüş yalan bataklığına saplanmıştı. Sabahtan beri sıkıntıdan patlamıştım. Saatlerce pencereden dışarıya bakıp insanların bugün ne giydiklerini incelemiş şık ve rüküş olarak gruplara ayırmıştım. Hatta bir ara kafenin menü tahtasında yazanları en ince detayına kadar dikkat kesmiştim. İşsizlik işte...
Bugün üç gün oluyordu. Furkan'la geçirdiğimiz üçüncü günümüzdü. Her şey rutinmiş gibi davranıyordu. Buluşuyorduk, oturuyorduk, sürekli telefonuyla uğraşıyordu. Ardından 1,5 saat sonra havalı bir şekilde çekip gidiyordu. Buluşuyorduk, oturuyorduk, sürekli telefonuyla uğraşıyordu. Ardından 1,5 saat sonra havalı bir şekilde çekip gidiyordu.
Ve birazdan yine aynısını yapacaktı. Yaklaşık on dakika sonra falan kalkıp bir şey söylemeden gidecekti. Böyle yaptıkça hiçbir şeyin anlamı kalmıyordu. Sadece evden ve onun yüzünü -çaktırmadan- izlediğim zamanlarda canımı yakan, düşüncelerden uzaklaşıyordum. Ama evdeyken ya da tek başımayken beynim sanki acı çektirmeyi seviyormuş gibi o görüntüleri önüme sunuyordu.
Yalnız kalmaktan korkuyordum. Ve kendime ciddi anlamda tahammül edemiyordum. Resmen kafam ve hislerim birbiriyle anlaşamıyordu.
Yaptığımız halısaha maçından sonra eve gittiğimde kapıda bekleyen Berk bütün moralimi alt üst etmişti. Neymiş efendim çok pişmanmış da, seviyormuş da, özlüyormuş, özür diliyormuş.. falan filan. Tam bir fiyasko! Tamam saf bir kız olduğumu herkes söylerdi ama bu Berk'i affedeceğim anlamına gelmezdi. Berk'i asla affetmeyecektim.
Asıl beni dehşete düşüren şey ise okul açıldığında ne yapacağımdı. Sahi okul açıldığında ne yapacaktım? Heves'le Berk'in birbirlerini mutlulukla sevmelerini mi izleyecektim? Hiç sanmıyordum. Okulumu değiştirebilirdim. Ah! Hayır değiştirmeyecektim. Değiştirirsem yenilgiyi kabul etmiş olurdum. Gerçi ortada bir yarış falan yoktu ama... Eğer okulumu değiştirirsem zayıflığımı daha çok gözler önüne sererdim. Derin bir şekilde ofladığımda gözüm saate kaymıştı. Son iki dakika kalmıştı.
"İki dakika kaldı. İstersen gidebilirsin," diye mırıldandım.
"Ne saçmalıyorsun?" diye sordu küçümsercesine. Hep böyle miydi? Kendini ne sanıyordu ki beni küçümsüyordu?
"Hani her gün buluştuktan 1,5 saat sonra bir şey demeden çekip gidiyorsun ya.." deyip saatime baktım. "... Bir dakika var işte. Yani istersen gidebilirsin," dedim yumuşak bir tonda. İster istemez, bana bir öküz gibi davranmasına rağmen ona kibar davranıyordum. Bu benim kişiliğimle alakalıydı belki ama çoğunlukla ondan korktuğum için olduğunu biliyordum.
Gözlerini devirip tekrardan telefonuna gömüldü. Gözlerini devirdiği kişi ben olmasaydım bu hareketi çekici bulabilirdim. Aslında bu kadar uzatmaya gerek yoktu. Çünkü çekici buluyordum. Bana karşı devirmesine rağmen. Şu telefonda ne vardı merak ediyordum. Acaba devlet sırrı gibisinden bir şey miydi? Ne vardı ki bu kadar uğraşacak?
Ya da sevgilisi mi vardı? Onunla konuşuyor olabilirdi. Yoksa bu kadar...
"Yoksa sevgilin mi var?" diye sordum dehşetle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aptal Kız
Teen FictionUmursamaz çocuk, masum kız hikayesidir. Kurguyu tamamiyle bilmeden ön yargılı davranma. Her hikâye bir şansı hak eder, sen de bu hikayeye bir şans ver. ;D Kapak Tasarımı: @BurhanAkgun