Bölüm11

34.5K 1.2K 285
                                    

Yılmaz nefesini tuttu ve iki saniye kadar beynine dolan geçmişi ile baş başa kaldı. O geceyi beyninden çıkarmamıştı. Çıkarmak da istemiyordu zaten.

26 yıl önce bir sonbahar gecesinde olanlar onu bugünkü Yılmaz'a dönüştürmüştü. Daha güçlü, daha korkusuz, daha acımasız.. Bu hatırlardan besleniyordu ve ömrü boyunca beyninde yalnızca o anı saklayacaktı.

Bir ölüm onun hayatını değiştirmişti ve bu yüzden ölüme zaafı vardı. Hayatlarını avuçlarının arasında yok ettiği onlarca belki binlerce insan vardı ve o öldürmeye tutkundu. Herkes için tasarlanmış ölümler onun kafasında zehirli düşünceler olarak geziniyordu.

Bir çok ölüme tanık olsa da sayamayacağı kadar çok kişiyi ölümle buluştursa da tek bir ölüm onun için kıymetliydi.  Ve şimdi beyninde dolanan milyonlarca düşünceden yalnızca biri anlam kazanıyordu. Tarih kendini tekrarlıyor..

Yeni bir kaçış vardı sahnede ve bu kaçış bir baş kaldırıştı. Müsaade etmesi durumda onu, küçük kadınını sonsuza kadar kaybetmeyi göze almalıydı. Bu ihtimal dahi değildi oysa. Kimse gitmeyecekti. Bu defa olmaz diye düşündü. Bu kez hiçbir şey eskisi gibi olmaz..

Gözlerini yeniden araladığında pilotun onu beklediğini gördü. Ceketinin cebinden telefonu çıkarıp Murat'a verdiği telefonun numarasını tuşladı. Kısa bir bekleyişin sonunda telefon açıldı.

"Ağabey.." dedi Murat korkusunu saklayamadan. Yılmaz Murat'ın korkusunu karşılayamayacak kadar sakin bir sesle konuştu.

"İstanbul'a dönüyorum. Onu bana getir." Telefonu kapattığında Murat'a öfkeli değildi. Murat yaptığı hatanın bedelini öderdi elbette ancak asıl mesele Murat'ın ihmalkarlığı değildi.

Asıl mesele Ada'ydı. Toplantının sonunda aldığı telefon Ada'nın İzmir'de olduğunu söylüyordu. Ondan uzaklaşıyordu. Ada inkar ediyordu ve her inkar beraberinde bir kaçışa sahne olurdu. Bu kaçış Yılmaz'ın hiç hoşuna gitmemişti. Ada Yılmaz'ın çizdiği sınırlar içinde kalmalıydı. Daha net ve keskin olacaktı bu defa. Tüm kapıları kapatacak, ihtimalleri yok edecekti.

Sırtını rahat koltuğa yasladığında tek düşündüğü şey bir an önce İstanbul'da olmaktı. Çenesini sıvazladı ve önünde duran bardağı kavradı. Başını camdan taraf çevirip içkisinden büyük bir yudum aldı.

Dışarıda karanlık ve boğucu bir hava hakimdi. Yılmaz'ın ruhunun resmedilmişiydi sanki. Öfkeliydi. Oldukça büyük bir öfke duyuyordu ona karşı. Ancak öfkenin ardında yatan bir başka duyguyu göremiyordu. Korku..

Kaybetme korkusuydu öfkesini besleyen, içini buz gibi yapan. Ve bu korku onu daha da karanlığa sürükleyecekti. Durmayacaktı.
Karanlığı küçük kadınını karanlığıyla boğana dek durmayacaktı..

Pilotun anonsunu duyduğunda jet çoktan havalanmıştı. "Üç saatlik bir yolculuğun sonunda İstanbul'da olacağız. Keyifli yolculuklar dilerim." Dudağının kenarı yukarı doğru kıvrıldı ve belli belirsiz soğuk bir gülümseme yayıldı yüzüne. Ona ulaşmasına az kalmıştı, çok az..

**************

Baktığım yerde, Murat konferans salonun kapısına yaslanmış doğrudan buraya bakıyordu. İkimiz de Murat'ı görmenin ne anlama geldiğini biliyorduk. Yılmaz..
Murat'ın yüzünde tanıdık sırıtışı ve alay dolu tavrı vardı. 'Kaçamadın' der gibiydi. Yılmazdan uzaklaşamadın.

Burcu fısıldayarak bir şeyler söylerken kelimeleri zihnimde toparlayamıyordum. Çünkü gözlerimin bana sunduğu manzara beni takip eden bir adamdan çok bir hükmedişin resmiydi. Hayatıma sızan soğuk mavilerin esareti altına alınıyordum. Acımasızca..

Acımasız - Ara verildi- Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin