Bir gün daha yerini geceye bırakmıştı. Sessizlik ve yalnızlık bir kez daha genç adamın etrafını sarmıştı, her gece olduğu gibi. Karanlıkta, sadece ayın aydınlattığı salonunda tek başına oturmuş kara kara düşünüyordu. Derinlere dalmıştı bu gece. Yıllar öncesine gitmişti. Mutlu olduğunu düşündüğü zamanlara dönmüştü.Çocukluğuna..
Düşünüyordu, ailece mutlu olduklarını sandığı zamanlarda aslında sadece o ve babası mutluydu. Bir kişi hep mutsuzdu. Bunu o zamanlar ne babası, ne de kendisi fark etmişti. Fakat birisi, o kadın.. Yani annesi mutsuzdu. Küçüktü o zamanlar ve farketmemesinin nedenini çocukluğuna veriyordu. Nasıl bilsindi ki.. Babası dahi fark edememişti. Onun farketmemesinin sebebi ise sevgisinden gözünün kör olmasıydı.
Şimdi, yıllar sonra düşününce annesinin o zaman ki hali ve hareketleri aslında çok açıkca hissettiklerini gösteriyordu. Acı bir şekilde her şey ortadaydı aslında ama ne yazık ki bunu fark eden olmamıştı.
Babası.. Canı. Her şeyi, o kadını çok sevmişti. Bunu her zaman, her sözünde belli eden bir adam olmuştu fakat o kadın bunun değerini bilmemişti. Hiçbir zaman ne karşılık vermişti, ne de güzel bir söz etmişti babasına. Aksine hep onu aşağılayarak, yok saymış ve küçük görmüştü. Fırsat bile vermemişti kocasına. Halbuki ikisi de görücü usulü, birbirini tanımadan evlendirilmişti. İki taraf için de her şey eşitti. Babası, annesini sevmeye çabalarken, annesi onu sevmeyi denememişti bile.
Vedat Yanmaz, o yüce gönüllü adam. Çok zengin olmasa da orta geliri, pastane sahibi olan bir adamdı. Ailesini sevip, sahiplenen bir adamdı. Gücü yettiğince ailesi için her şeyin iyisini yapmaya çalışan ve hatta gözünü kırpmadan canını ailesinin yoluna feda edebileceki bir adamdı Vedat Yanmaz.
Oturduğu mahallede Vedat usta diye bilinir; sevip, sayılırdı ama gelin görün ki bunlar karısına yetmemişti. Karısı şükür edeceği yerde burun kıvırmış, yetinememişti elindekilerle. Her zaman kocasının bir açığını arayıp yüzüne vurmuştu. Geldiği yeri unutanlardandı. Gece konduda yaşarken evlenip güzel bir mahallede evi olmuştu. Hayatı değişmişti, çok daha rahat bir hayatı olmuştu ama insanın gözü yükseklerde olunca rahatta batıyordu.
Hatırladıklarıyla elinde olmadan sinirlenmişti bir kez daha adam. Kanında, damarlarında hissettiği öfke, nefret yirmi yıldır dinmemişti hatta aksine her gün daha da artmıştı. Ama alışmıştı artık böyle hissetmeye. Öfke, nefret bunca yıldır usanmadan yoldaşlık etmişti ona. Onu bu hale getiren annesi olacak o kadının ihanetiydi.
O kadın yüzünden bu kadar sert ve soğuktu. Herkesten kendini uzak tutmuştu yıllarca. Herkes ile arasına bir mesafe, kalın bir duvar örmüştü. Aslında bu bir tür kendini koruma kalkanıydı. Bir daha terk edilmemek için, bir daha ihanete uğramamak içindi hepsi.
Hayatında babası, onun yakın arkadaşı olan Ahmet babası ve ikiz olan çocukluk arkadaşları Demir ve Emir vardı. Başka da kimseye ihtiyaç duymamıştı. Çocukluğunu yaşayamadan olgunlaşmıştı. Küçücük yaşta ihanetin ne demek olduğunu öğrenmişti. Annesinin ihaneti olgunlaştırmıştı onu acımasızca.
Tanıdığı bir kaç kişi hariçinde kimseye güvenmemişti, daha doğrusu güvenmemeyi seçmişti çünkü güvendiği kişi tarafından sırtından bıçaklanmış biri olarak dersini çok acı bir şekilde almıştı. Bu hataya bir daha düşüp canı yansın istemiyordu çünkü canı çok yanmıştı. Bu dünyada güvenebileceği, sığınabileceği tek kişi tarafından terk edilmişti. Bu çok ağırdı.
Bunca zaman etrafına ördüğü duvarın arkasında saklanmıştı ve kimse o duvarı aşmaya bile kalkışmamıştı çünkü genç adam buna asla izin vermemişti. Vermeyecekti de. Bu her ne kadar etrafındaki kişilerin 'soğuk', 'suratsız' ve daha nice onun soğukluğunu tanımlayan sözlerle arkasından konuşmalarına neden olsada bu onun umrunda değildi. Zaten mahalledeki çoğu insan onun böyle olmasının sebebini bildikleri için onu böyle kabullenmeyi seçmişlerdi. Sert haline rağmen merhameti, yiğitliği ve sözünün eri olması herkesin dilindeydi. Her şeye rağmen adam gibi adamdı Bedirhan Yanmaz.
Bu dünyada tek dayanağı babasıyken dört yıl önce onu da kaybetmişti. Tek bırakmıştı babası onu bu dünyada. O kadının gidişinin ardından ilk defa canı bu kadar çok yanmıştı. Onu kaybetmenin acısını bu güne kadar halen hissediyordu. Onca yıl sırtını dayadığı, gözü kapalı güvendiği babası artık yoktu. O gittikten sonra yalnızlığı iliklerine kadar hisseder olmuştu. Kimsesiz kalmıştı. Onun yokluğuna zor alışmıştı. Çok zor günler, büyük krizler geçirmişti. Babasını kaybetmekten ölesiye korkarken, korktuğu başına gelmişti ve aylar sonra zorla toparlanabilmişti. Zaten o kadın gittiğinde ardında miras gibi bıraktığı kaybetme korkusu yüreğine yerleşmiş ve terk etmemişti onu. Ama babasını da kaybettikten sonra o duygu da yok olmuştu çünkü artık kimsesi kalmamıştı genç adamın.
Varlığı yerinde olsa da kendini o kadar fakir hissediyordu ki resmen varlık içinde yoksulluk çekiyordu.
Doğduğu günden beri bu evde oturuyordu. Başlarda kira olan evlerini, babasının ve kendi çabalarıyla satın almışlardı. Babasından kalan pastaneyi de işleten adamın durumu gayet iyidi. Evi vardı, işi vardı, arabası da vardı ama işte bunların hiç birinin kıymeti yoktu gözünde.
Babası olmadan bu ev dört duvardan başka bir şey değildi. Bu nedenle evi daha çok otel olarak kullanıyordu. Üstünü değiştirmek, duş almak ya da uyumak için kullanıyordu. Evde olduğu zamanlarda da karanlıkta oturup televizyonunu izler sonra da yatardı. Herkes evlerini sığınacağı sıcak bir yuva olarak görürken o evini ihtiyaçları için kullanabileceği bir yer olarak görüyordu. Aile sıcaklığı yoktu evinde. Heyecanla eve gelmiyordu.
Zor olmuştu ama alışmıştı artık kurduğu bu düzene. Demir ve Emir her ne kadar evinin kirden görünmediğini söylese de arada bir camları açıp havalandırdığı ve evi süpürdüğü oluyordu. Sık olmasa da alışverişini toptan yapıp dolabını tıka basa doldururdu. Sabahları kalkar taze ekmeğini alır kahvaltısını yapıp çıkardı ve bir daha da uyumak için gelirdi eve.
Babası ölmeden önce hep evlenmesi için diretmişti ama olmamıştı işte. Yapamamıştı genç adam. Her ne kadar bir seksen beş boyunda güçlü, yapılı ve korkusuz bir adam gibi görünse de korkuyordu. Güvenmekten korkuyordu. Güvenip, ihanete uğramaktan ölesiye korkuyordu ve bu nedenle kimseyi kendine yaklaştırmıyordu. Sert, soğuk görünüşünün arkasına saklanıp uzak duruyordu herkesten. Bir terk edişi, bir kaybedişi daha kaldıramazdı yüreği. Bu sefer ayağa kalkamazdı çünkü tek başınaydı. Ona destek olacak babası yoktu.
Bir çok kız kendince genç adamın dikkatini çekmeye çalışmıştı ama işe yaramamıştı. Kalbinin etrafına ördüğü duvarları aşmak imkansızdı. Tek başına, yalnızdı ama mutluydu. En önemlisi de o çok korktuğu kaybetme korkusu yoktu artık.
Derin bir nefes alıp veren adam oturduğu yerde dikleşti. Sıkıntıyla derin bir nefes daha alıp verdi ve iri elleriyle yüzünü sertçe ovaladı. Karanlığa alışmış olan gözleriyle salonda göz gezdirdi. Saat geç olmuştu ve uykusu gelmişti.
Yavaşça ayağa kalkan Bedirhan yatak odasına gitmek için bir kaç adım atmıştı ki bahçeden gelen gürültüyle kaşlarını çatarak gözlerini hızla cama çevirmişti.
Cama doğru yürüyen adam perdeyi hafif aralayıp bahçeye bakındı ama karanlıkta pek bir şey göremedi. Bahçe duvarla örülü olduğu için kimse kolay kolay giremezdi ama gözlerini kolundaki saate çevirdi. Saatin gece yarısı iki olmasıyla şüpheyle mutfağa doğru yöneldi.
Mutfaktan bahçeye açılan kapıyı sessizce açtı ve ses çıkarmamaya özen göstererek yerde duran terlikleri giyip dışarı çıktı. Gözleri bahçeyi tararken evinin tam karşında duran yüksek duvarın dibindeki kıpırtıları fark ederek yavaşça oraya yöneldi.
Bakımsız olan bahçesi, büyüyen otlar ve çimenler nedeniyle duvarın dibindeki kıpırdanan şeyin tam olarak ne olduğunu bilmiyordu. Aklının bir ucuna bahçeyi elden geçirmeyi not edip sessizce yaklaştı duvara. Ellerini yumruk yapıp kendini hazırladı karşısına çıkabilecek her şeye.
Sesin geldiği yere yaklaşınca duvarın dibindeki şeyi, daha doğrusu yerdeki kişiyi görünce şaşırarak duraksadı bir an. Fakat hemen kendini toparlayıp, "Ne işin var lan bahçemde?!" diye konuştu gür sesiyle sessizliği bozarak.