SİL BAŞTAN

133 9 0
                                    

 "Bay GREEN... Bay GREEN... Bay ROBERT GREEN..."

Tüm bu çağrışımlar  bir yıl boyunca komada kalan Profesör içindi. Üç gündür beyin fonksiyonlarında ki artış nedeniyle doktorlar tarafından ara ara uyandırılmaya çalışıyordu ve yine bu gün bir grup doktor Profesör'ü uyandırmaya çalışmıştı ama ne yazık ki Profesör'e bir çok kere seslenilmesinin ardından hiç cevap vermemişti. En sonun da içlerinden biri Profesör'ün yanına gelerek kulağına eğildi ve fısıldayarak "Profesör!" dedi. Biraz bekledikten sonra tekrarlayarak geri çekildi. Tüm herkes olanları merak içinden beklerken Profesör'ün kapanmış gözleri hafifçe aralanarak yavaşça açılmış, yorgun gözlerle etrafı süzmüştü. Tüm doktorların yüzü gülmüş büyük bir başarı kazanmışcasına sevinmişlerdi. Profesör, yanında duran uzun boylu, siyah saçlı ve donuk gri gözleri olan doktora seslendi:

"Neredeyim ben?"

Profesör'ün bu sorusunun ardından kapının yanında duran bilmiş, gözlüklü ve kocaman bir göbeği olan doktor Profesör'ün sorusunu yanıtladı:

"Şu an NEW YORK AKIL HASTANESİ'ndesiniz."

Profesör büyük bir heyecanla doğruldu. Gözlerini kocaman açmış, olan biteni anlamaya çalışıyordu. Onun bu heyecanını gören gri gözlü doktor ona bir bardak su uzatıp nazik bir tonla olan biteni anlatmaya çalıştı:

"Sakin olun Profesör. Hemen endişelenmeyin. Uzun bir süre komada kaldığınızdan hafızanızı kısa süreliğine de olsa kaybetmiş olabilirsiniz ama söylediğim gibi endişelenmeyin çünkü en kısa zamanda hatırlayacaksınız."

Doktorun yumuşak tavrı onu her ne kadar rahatlatsa da aklına Doksan Dokuz gelince yine büyük bir heyecanla sordu.

"Diğerleri nerede?"

Tüm doktorlar Profesör'ün bu soruyu sormasına karşın  bir şeyler hatırladığını düşünerek sevindiler. Biri dışında... Gri gözlü doktor... Profesör'ün ne demek istediğini anlamıştı. Diğerlerinin fark edemediği şeyi o fark etmişti ama cevap vermemişti. Onun yerine grubun içindeki sarışın yeşil gözlü olan doktor gülümseyerek soruyu yanıtladı:

"Arkadaşlarınızdan mı bahsediyorsunuz Profesör? Hepsi sizin için oldukça endişelendiler özellikle oda arkadaşınız Martin... Siz komadayken her gün yanınıza gelip ağladı. Uyandığınızı duyunca çok mutlu olacak."

Profesör içinden "Martin..." dedi. Onun kim olduğunu düşündü. Öyle birini hatırlamıyordu. Daha doğrusu buraya nasıl geldiğine dair en ufak bir fikri dahi yoktu. Peki ya diğerlerine ne olmuştu? Tom, Doksan Dokuz, Rick, Alex.... Tam onları soracaktı ki gri gözlü olan doktor odayı boşalttırdı. Herkesin gitmesinin ardından kapıyı katıp Profesör'ün yanına oturdu. Donuk gri gözlerle Profesör'ü iyice süzdükten sonra gözlerini Profesör'ün gözlerine getirerek sordu.

"Beni hatırlıyor musunuz, Profesör?"

Profesör kafasını salladı. Doktor umutsuzca Profesör'e baktı. Bunun üzerine kendisini kötü hisseden Profesör bir cevap arıyormuş gibi doktora bakmayı sürdürdü. Doktor, Profesör'ün bu arayışına karşılık verdi:

"Ben doktor Philip... Hatırladınız mı? Beni hep doktor Philip olarak çağırırdınız. Belki bu size bir şeyler hatırlatır... Doksan dokuz..."

Profesör Doksan dokuzun adını duyunca mutlu oldu. Profesör'ün gözlerinin içinin güldüğünü gören Philip umutsuzca devam etti.

"Tam düşündüğüm gibi... Normalde komada kaldıktan bir ay sonra fişiniz çekilecekti ama her ay, ayın on dokuzunda beyin fonksiyonlarınız normale döner ve 'Doksan Dokuz' diye fısıldardınız. Eğer şu an hayattaysanız işte bu yüzden. Hafızanızı kaybettiğinizi düşünerek siz sormadan kendim cevaplamak isterim.Buraya neden geldiğiniz ve neden  komada kaldığınız konusunda merak içinde olduğunuzu rahatlıkla görebiliyorum. Buraya şizofreni yüzünden geldiniz. Geldiğiniz günden bu yana oldukça yol kat etmiştiniz ki banyoda kayıp düşmeniz sırasında başınızı mermere çarptıktan sonra komaya girdiniz ve bu da hafızanızı kaybetmenizi açıklıyor ama bunu hiç düşünmezdim. Tam kurtuldunuz derken şizofreninin sizi tekrardan hayata bağlayacağını... Onun düşüncesi sizi hayatta tuttu... Doksan Dokuz..."

Profesör büyük bir şaşkınlığın içine girdiği için birkaç dakika konuşamadı. Bu nasıl olabilirdi? Onca şey sadece bir hayal miydi? Onu bu dört duvara kapatan, deli damgasını yedirten, kendisini ilk defa özgür hissettiren o şey mi sebep olmuştu. Şizofreni... Şimdi ona her şey komik geliyordu. Demek deliydi... Gözleri dolup boğazında bir ağrı oluştu. Hayır o deli değildi... Şizofren hiç değil. Buraya nasıl girdiğini bilmediği kadar bunu biliyordu. Yaşanan her şeyin gerçek olduğunu düşünüyordu. Boğazındaki ağrıya rağmen direnip sertçe konuştu:

"Bakın bunların hepsi ger..."

Sözünü bitiremeden Philip sözünü kesti.

"Yoksa bana adadan mı bahsedeceksiniz? Hiç kimsenin bilmediği ama gizli bir üs kurulu olan adadan ve üssün savaştığı dünyayı kontrol eden fabrikadan... Duyguları olan makinelerden... O makinelerden birinin adı Alex'ti dimi? Gizli deneylerin yapıldığı ve bu deneylerin bir sonucu olan denek Doksan Dokuz... Öğrenciniz olduğunu söylemiştiniz... Size söylediklerim mantıklı geliyor mu Profesör?"

Profesör Philip'in söyledikleri karşısında kendisini ezilmiş hissetti. Utançtan yanakları kızarmış tıpkı bir domatese benziyordu. Her ne kadar utanmış olsa da söylenenlere hala inanmıyor, bir şeylerin eksik olduğunu hissediyordu. Evet, böyle söylenildiğinde gerçekten her şey mantıksız geliyor ama yine de kendi içinde bir mantığa kavuşuyordu. Aklına birden Philip'in söylediklerinden bir şey takıldı. Alex... Gelişmiş bir robot olduğu, gülümsediği hafızasında yer alıyordu ama ne var ki duygularının olması... Böyle bir şey hatırlamıyordu. Profesör'ün bu kadar derin düşündüğünü gören Philip ise Profesör'ü dürtüp onu dalgınlıktan kurtarmaya çalıştı. Profesör'ü kendine getirince de nazik bir sesle:

"Odanıza geri dönmek ister misiniz?  Bir yıldır her ne kadar uyusanız da dinlenmeniz gerek. Hem buradan artık sıkılmışsınızdır. Tedaviye yarın tekrardan başlarız..."

Profesör 'evet' anlamında kafasını salladıktan sonra Philip onu yataktan yavaşça kaldırdı. Profesör'ün uyuşmuş bedeni ayağa kalkınca titredi. Philip, Profesör'ün koluna girip yavaş adımlarla odadan beraber ayrılıp bir koridora geçtiler. Bu koridor ona gerçek olmadığını söyledikleri anılarını hatırlattı. Gözleri yeniden dolsa da ağlamadı. Her bir adım geçmişine atılan bir tokat gibiydi. Bulundukları koridorda hastaların ziyaretçileri bulunuyor ve ona acıyan gözlerle bakıyorlardı. Umursamamaya çalışsa da bu durum sinirini bozuyor ve onlara saldırmak istiyordu. Aklına Doksan dokuz'la kütüphanenin bahçesine gittikleri geldi. O zaman içini derin bir huzur sarmıştı ve yeniden o huzura kavuşmak istiyordu. Acaba o da masada piyano çalsa burası değişip onu oraya götürebilir miydi? Bu hatıra onu yeni bir soruya götürdü. Acaba gerçek olmadığı için mi böyle bir şey mümkündü? Şimdi ise içini derin bir şüphe sardı. Anılara götüren bu yorucu adımlar onu asansöre bindirmişti. Asansörün kapıları kapandığında içindeki o huzurun da kapandığını biliyordu. Tam yedi kat çıktıktan sonra asansörün kapısı açıldı. Yine bir koridora adım attılar ve bu koridor onları kliniğe çıkardı. İçeriye girdiklerinde Profesör etrafa baktı. Birbirinden çeşit insanlar hiç normal olmayan hareketlerde bulunuyorlardı. Bir tanesi bir koltukta oturmuş ağlıyordu. Profesör ona dikkat kesilince Philip bunun fark edip:

"O ağlayan Martin. Çıkmana her ne kadar sevinse de odalarınızın ayrılmasına üzülüyor. Normalde hiç bir hastayı beraber aynı odada tutmayız ama siz ikiniz büyük gelişme gösterdiğiniz için buna izin verdik. "

Profesör tekrardan Martin'i süzmüş ama ona tanıdık gelen hiçbir şey onda bulamamıştı. Derin bir iç çekerek yürümeye devam etti ki odasına gelmişlerdi. Philip kapıyı açtığında Profesör içeriye bir adım attı ve böylece sil baştan olan hayatına ilk girişini yapmış oldu.


99Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin