Martin ve Profesör büyük korku ve heyecan içinde ne yapacaklarını bilmeden öylece yerlerinde kaldılar. Philip onları yakalamış ve bu gerçek kalplerini patlatacak bir bombaya dönüştürmüştü. Tam cevapları bulurken yeniden düşmüşler, ayağa kalkamıyorlardı. Philip korkunun hakim sürdü bu iki taşlaşmış bedene yavaşça yaklaştı. Bir elini Profesör'ün omzuna diğer elini Martin'in omzuna koymasıyla ikisi de bayılarak yere düştü. Philip her ikisini yerden kaldırarak omuzlarına koydu ve onları laboratuvarına taşıdı. Laboratuvardaki iki sandalyeye oturtup ellerini ve ayaklarını sıkıca bağladı ve laboratuvarın derin dondurucusuna gitti. On sekiz dakika sonra Profesör gözlerini hafifçe aralayarak omzuna düşmüş başını kaldırdı. Ellerini ve ayaklarını hareket ettirmek istediğinde onların bağlı olduğunu fark etti. Paniğe kapılarak başını sağa sola çevirdi ve hala baygın olan Martin'i gördü. Kısık sesle ona seslenerek onu uyandırmaya çalıştı. Birkaç dakikanın ardından Martin'in göz kapakları aralandı ve Profesörün panik içinde olduğunu görünce kendine geldi. Sandalyeden kalkıp Profesör'ün yanına gitmek isteyince o da ellerinin ve ayaklarının bağlı olduğunu fark etti. Büyük bir korkuyla Profesör'e sordu:
"Biz neredeyiz? Neden ellerimiz bağlı?"
"Bilmiyorum. Ben de senden birkaç dakika önce uyandım."
Bir an duraksayıp nasıl bu hale geldiklerini düşünmeye çalışırken her ikisi de aynı anda:
"DOKTOR PHİLİP!"
dedi ve laboratuvarı incelemeye başladılar.Laboratuvar bembeyazdı ama içerisinde onların dışında bir şey yoktu. Gözleri karşılarına dikilince korkudan konuşabilecek durumları kalmamıştı çünkü karşıki duvarda laboratuvarın derin dondurucusuna bakan bir pencere, yanında ise dondurucuya açılan bir kapı vardı ve o pencereden Philip'i görebiliyorlardı. Philip'in elinde bir elektrikli testere vardı ve bir bedeni parçalara ayırıyordu. Pencereye sıçrayan kan camda süzülüyordu. Martin tüm gücünü toplayarak kekeleyerek Profesör'e sordu:
"Benim... Benim gördüğümü... Benim gördüğü mü sende görüyor musun?"
Profesör de tıpkı Martin gibi kekeleyerek cevap verdi:
"Ev... Evet..."
"Sence bize de aynısını yapacak mı?"
"Bilmiyorum."
"Tek bildiğim buradan çıkmak zorunda olduğumuz."
"Bizi becerecek dediğim de bana kızıyordun."
"Keşke haklı olduğunu bu kadar net görmeseydim."
İkisi de konuşmayı kesip derin bir sessizliğe gömüldüler. Tek yapabildikleri Philip'in bedeni parçalayışını ve sıçrayan her bir kan damlasının camda oluşturduğu deseni izlemeleriydi. Martin en sonunda dayanamadı ve bağırmaya başladı.
"Yardım edin! Yardım edin! Lütfen eğer duyan biri varsa yardım etsin!"
Martin'in yardım çığlıkları boşunaydı çünkü buradan hiç kimse onları duyamazdı ve bunu Martin de biliyordu. Umutsuzca yardım beklerken gözlerinden kanın camda süzülmesi gibi yaşlar süzülüyordu. Profesör'ün gözleri ise dolmuş ağlamamak için kendisini zor tutuyordu. Verdikleri her bir nefes son anlarını canlandırıyordu adeta... Ve yine onlar verdikleri her bir nefeste veda etmeye hiç hazır olmadıkları hayatlarına veda ediyorlardı. Profesör bir an kendisini toparlayarak ağlamaktan gözleri kızarmış olan arkadaşına döndü.
"Martin bu kadar yeter! Ağlamayı kes artık."
"Seninle tanışmak güzeldi Robert."
"Martin! Eğer bizi öldürmek isteseydi bunu çoktan yapardı."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
99
Gizem / GerilimProfesör Doktor Robert GREEN bir fizik mühendisidir. Kan kanseri olan sevgilisi Penny'nin hastane masraflarını karşılaya bilmek için bir görevi kabul eder. Basit gibi görünen bu görev bir öğrenciyi izlemektir ama işler hiç de sandığı gibi gitmeme...