BEYAZ GÜLLER

148 11 3
                                    

  Sabahın ilk gün ışıkları odanın içine girerken Profesör'ün dört duvar içine hapsedilmiş benliği gözlerini açmış penceren bakıyordu. Güneşi düşünüyordu... Elini güneşin tarafına uzatıp ışınlarını kapatmaya çalışırken "Benimle alay etme!" diye geçirdi ama ne yaparsa yapsın güneşin ışınlarının yüzüne gelmesine engel olamıyordu. Gözlerinden iki damla yaş süzülürken yıldızları ne kadar özlediği aklına geldi. Hiç uyanmamayı diliyordu... Umutsuzca elini indirip kafasını pencereye dayadı. Birkaç saniye sonra kapı çalındı ve odaya kısa saçlı bir hemşire girdi. Profesör hızlıca gözlerini silip hemşireye döndüğünde hemşire kahvaltı saatinin başladığını haber vermişti. Profesör, hemşire odadan ayrılınca derin bir iç çekişle koridora adımını attı. Yavaşça yürürken etrafı seyrediyor, hastanenin ilaç kokusu genzini yakıyordu. Ve beyaz...  Her taraf beyazla kaplıydı duvarların rengi, hemşirelerin ve doktorların önlükleri... Bir zamanlar bu renk ona laboratuvarı ve kendi önlüğünü temsil edip onu mutlu ederken şimdi ona nefret aşılıyordu. Yemeğini almak için sıraya girdiğinde tüm iştahını kaybetmişti. Sıra ona geldiğinde ise isteksizce yemeğini alıp boş bir masaya oturdu. Çatalıyla yemeği ile oynarken karşısındaki sandalyeye Martin oturdu. Profesör Martin'in oturmasıyla irkilirken Martin, bir tebessümle:

"Robert, iyi misin?"

dedi. Profesör, Martin'in bu sorusu karşısında gülümsedi ve acıyla "Evet..." dedi. Martin  Profesör'ü tek bir soruyla bırakmayıp konuşmayı sürdürmekte kararlıydı. Göz kırparak:

"Sen uyurken ben her şeyi hazırladım."

dedi. Profesör Martin'in ne demek istediğini anlamadığından büyük bir şaşkınlıkla sordu:

"Neyi hazırladın Martin?"

"Zeytin çekirdeklerini. Hani buradan çıkınca zeytin bahçesi kurup doğal zeytin yağı yapacaktık. Sen uyurken ben kahvaltıda verilen zeytinlerin çekirdeklerinin bir tanesini sakladım ve üç yüz altmış beş tane çekirdek elde ettim. Artık bir tane değil iki tane bahçe alabiliriz. Belki de bizim deliliğimizle zengin olan bu doktorlardan bir gün daha zengin olabiliriz."

Martin son cümlesini söylerken Profesör'e eğilip fısıldamıştı. Profesör ise Martin'in böyle konuşması komiğine gittiğinden onu baya eğlendirmişti ama yine de o içindeki huzursuzluk gitmemişti. Ya buradan hiç çıkamazsa? Bu soru onun beynini adeta kemiriyordu. Bu yüzden Profesör'ün gülmesi uzun sürmemiş, belli bir süre sonra kaybolmuştu. Martin'in hevesini kırmak istemiyordu ama yine de sormadan edemedi:

"Ya buradan hiç çıkamazsak Martin?"

Martin bu soru karşısında hiç moralini bozmamış yine büyük keyif ve göz kırparak Profesör'e cevap vermişti.

"Tabii ki de çıkacağız. Sen bir fizik profesörüsün ben ise bir kimya mühendisiyim. Buradaki eziklerden farklı olarak biz zekiyiz hatta ukala doktorlardan bile..."

Profesör, Martinin kimya mühendisi olduğunu öğrenince Tom' u anımsadı. Onu bile özlediğini fark etmişti ve bu duygu içindeki o boşluğun daha da açılmasına neden olmuştu. Profesör düşünce alemine bu kadar dalmışken Martin'in sorusuyla yeniden irkildi.

"Bana bugün yine hikaye anlatacak mısın? Sen uyurken şunu fark ettim de senin hikayelerin olmadan burada zaman geçmiyor. Onları dinlemeyi gerçekten de o kadar özledim ki... Onları öylesine canlı anlatırdın ki dinlemekten hiç sıkılmazdım. Tıpkı bir yaşayan hikaye gibiydin."

Profesör Martin'in son cümlesini duyunca birden irkildi. İçinden cümleyi tekrardan fısıldayarak bunu ona Doksan Dokuz'un söylediğini hatırladı. Hatta biraz daha düşününce o konuşmanın tamamı aklından geçiyordu...

99Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin