Karanlık geceyi, gün doğumu aydınlatırken içimdeki karanlığı aydınlatacak hiçbir güç yok gibiydi. Yürümek zor geliyor, kafamın ağırlığını boyum taşımakta zorlanıyordu. Yeniden baba olduğumu öğrendiğimden beri Sarah ile hiç konuşmamış, öfkemi saklamaya çalıştım. O da bu duruma hiç itiraz etmemiş sessizliği korumuştu. Kafamın içindeki sorular dolaşırken ona olan öfkem güç kazanıyordu. Böyle bir şey nasıl yapabilirdi? Böyle bir şeyi nasıl kabul edebilirdi? Fabrika tahminimden daha kurnaz çıkmıştı. Acaba ona bunun için ne kadar ödemişlerdi? Ben uyurken benden örnek alıp Sarah'yı hamile bırakmışlardı. Eğer Doksan Dokuz'u bulamazlarsa araştırmalarına Venessa üzerinden devam edeceklerdi. Böyle bir şeyi hesaba katmıştım. Planım şimdiye kadar kusursuz işliyordu. Sabrımın sonuna geldiğimi hissederken Sarah:
"Bir şey demeyecek misin?"
dedi. Durdum. Ne dememi bekliyordu? Böyle bir şeye nasıl bir açıklama yapabilirdim? Yoluma devam ettiğim sırada bir şey demediğime sinirlenen Sarah:
"Bir şey söyle John."
dedi. Durdum ve öfkemi daha fazla saklayamadan ona patladım. Sarah isimi İbranice kökenliydi ve büyük ihtimalle Yahudi kökenli bir ailenin çocuğuydu. Bunu dikkate alarak:
"Tohum hırsızı... Lilith' e özendiğini bilmiyordum."
dedim ve ilerlemeye devam ettim. Bunu söylerken onun için ne kadar ağır bir şey olduğunu biliyordum. Eski bir Yahudi efsanesine göre Lilith dişi bir şeytandır ve erkekleri baştan çıkarıp çocuk sahibi olduğu gerekçesiyle ona tohum hırsızı denilmiştir. Onunla ilgili bir çok kötü anlatım efsanede yeri geçiyor. Bu efsaneye her ne kadar inanmasam da sadece canını yakarak intikam almak istemiştim. Böyle söylememin sonucunda ne kadar çok kızdığını hissedebiliyorken dönüp de arkama bakmamış, sadece ilerlemeye devam etmiştim. Onun hareket etmediğini fark edince durdum. Tam arkamı dönecektim ki üstüme atlayıp beni yere düşürdü ve beni yumruklamaya başladı. Tüm sinirini çıkarırcasına vuruyor ve durmak istemiyordu. Gözlerindeki kan damlaları üstüme yağmur damlaları halinde düşerken sadece onu izliyordum. Ne kadar hızlı ve sert vurursa vursun canımı onun canını yaktığım gibi yakamayacaktı ve bunu biliyordu ama yine de deniyordu. Karşı koymamaya devam ettim. Öfkesini kusmasını seyrederken bir an gözlerimin içine bakıp acı çekerek konuşmaya başladı.
"Hep sen acı çekiyorsun değil mi? Dünya senin omuzlarında öyle mi? Her şey senin etrafında dönmüyor. Bir şansın vardı. Buralardan çekip gidip kendi dünyanda yaşamak için... Ama sen ne yaptın? Ne yaptın John? Orayı da kendin gibi boka batırdın. Madem bu kadar iyisin, söyle neden hayal dünyan bu kadar kötü? Ve neden hayal dünyana dokunan herkes acı çekmek zorunda?"
Durmuştu. Göz yaşlarının içinde kayboluyor gibiydi. Göz yaşlarını silmeye çalışırken her şey ağır çekimde ilerliyordu. Haklıydı... Kendi dünyam en az benim kadar acımasızdı. Onu suçlayamazdım. Sadece anlamaya çalışabilirdim. Yavaşça doğrulmaya çalışırken üstümden kalktı. Elleriyle yüzünü kapatıp yeniden ağlıyordu ki yağmur yağmaya başlamıştı. Ruhlarımızın çirkinliğini temizlemek ister gibi... Ölü olan toprağa yağmur damlaları düşerken orman canlanıyordu ve her tarafı toprak kokusu sarmaya başlamıştı. Derin bir nefes alıp kokunun ciğerlerime dolmasına izin verdim ve ona baktım. Ağlamaktan çökmüş gözlerinde bir kararlılık vardı.O kararlılığı sesine geçirerek:
"Öldür beni John... Artık daha fazla korkarak yaşamak istemiyorum..."
dedi. Boğazımın düğümlendiğini hissettim. Konuşmak istiyordum ama sanki dünyanın en zor işini yapıyordum. Zar zor toparlanıp:
"Dediğin gibi seni öldüremem Sarah."
dedim ve ona bakmayı sürdürdüm. Verdiğim cevaptan tatmin olmamıştı. Gözlerindeki öfkeyi görebiliyordum. Birden yere fırlamış çantaya baktı ve ona doğru hızlıca ilerledi. Onu yerden alıp hızlıca açtı ve silahı çıkardı. Bana doğrulttu ama beni vurmayacaktı. Bunu biliyordum. Hiçbir şey yapmadan ona bakmayı sürdürdüm. Daha çok sinirlenmişti. Silahı kafasına tutup gözlerini yumdu. Kendisi öldürmesine izin veremezdim. Bu yüzden ona doğru yavaşça bir adım attım. Bunu fark edince bağırdı.
"YAKLAŞMA!"
Dinlemedim ona yavaşça yaklaşmayı sürdürüyordum. Daha fazla yüksek sesle bağırdı.
"YAKLAŞMA!"
Yine dinlemedim ama o da durmayacaktı. Ateş etmeden önce hızla yanına gelip elindeki silahı başka yöne doğrulttuğumda hızla ateş etti. Silahtan çıkan kurşun tüm ormanda yankılanırken silahı elinden nazikçe alıp yere fırlattım ve ona sıkıca sarılıp:
"Özür dilerim Sarah. Söylememem gereken şeyler söyledim."
dedim ve ona baktım. Rahatlamış görünüyordu. Kim bilir kurduğum cümle onda kaç acıyı uyandırmıştı. Gözlerinin içine bakarken bunu görebiliyordum. Sonrasında ise silah sesiyle uçuşan kuşlara baktım. Gökyüzünün derinliklerine doğru kayboldukları sırada dikkatimi bir şey çekmişti. Sarah'nın ateş ettiği ağaç... Ormanın merkezinde duruyor gibiydi ve o kadar büyüktü ki dalları her yere uzanıyordu. Ormanın ruhunu temsil eder gibi bizi selamlıyordu. Yavaş çekimde ilerler gibi ona doğru yaklaştım ve kafamı havaya kaldırıp görkemli dallarına baktım. Onda bana tanıdık gelen bir şey vardı. Etrafında bir tur atarak ellerimi gövdesinde gezdirirken yanıma gelen Sarah ne yaptığımı çözmeye çalışıyordu. Ağaç kabuklarının arasında anti maddeden yapılmış kurşunu aramaya başlamıştım. Sonunda onu ağaç gövdesine saplamış bir halde buldum. Parmaklarımla kurşunu sıkıca tuttum. Anti madde parmaklarımı yakıyordu ama pes etmeyecektim. Kurşunu çıkarınca dövmelerle çevrili kolumdaki avucuma aldım ve kurşuna baktım. Anti madde elimde yaralar açmaya başlamıştı. Yaralara bakarken bileğimle avucum arasındaki dövme dikkatimi çekmişti. Bu ağacın resmi vardı. Kurşunu yere atım kıyafetimi iyice sıyırıp dövmeye baktım. Evet bu o ağaçtı. Sonra tekrardan ağaca baktım. Kurşunun açtığı delik yok olmuştu. Sarah'ya baktım. Benim gördüğümü acaba o da görüyor muydu? Yoksa zihin dünyam yine mi benimle alay ediyordu? Sarah'nın yüzündeki ifadeye bakılacak olursa o da benimle aynı şeyi görmüştü. Onun da yüzünde anlamsız bir ifade vardı. Kurşunun delik açtığı bölgeye elimle dokununca ateş böcekleri ağacın etrafını sarmıştı. Kuşlar dallara konmuştu. Sanki bir şey olmasını bekliyorlardı. Geri adımlarla ağaçtan biraz uzaklaştım ve Sarah'nın yanında durdum ve izlemeye devam ettim. Hafif bir rüzgar esti ve ağaçtaki tüm yapraklar yavaşça sallanıp ses çıkardı ve birden ağacın köklerinin arasından bir tavşan yuvası belirdi ve yavru tavşanlar zıplayarak yuvadan çıkmaya başladı. Hepsi beyaz renkliydi ve kar topunu andırıyorlardı. Derken birden tavşan yuvasının deliği büyümeye başladı. Büyüdükçe ağaç kabukları çatırdıyordu ve içinden geçebileceğimiz kadar büyüyünce durdu. Sarah ve ben birbirimize baktık. Anlaşılan bu da zihnimin bir oyunu değildi çünkü Sarah da görmüştü. Ağaca tekrardan baktığımda dallarında güllerin açtığını gördüm. Kırmızı ve beyazlardı. Çok güzel görünüyorlardı. Rose ve Esor tek bir gövdede, birbirinden bir o kadar zıt ve bir o kadar aynı... Sarah'nın elini tuttum ve gövdedeki deliğe doğru ilerlemeye başladım. Sarah biraz korkmuştu ama bana güveniyordu. Gövdeye girdiğimizde başka bir dünyaya açılan bir pencereyle karşılaşmış gibiydik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
99
Mystery / ThrillerProfesör Doktor Robert GREEN bir fizik mühendisidir. Kan kanseri olan sevgilisi Penny'nin hastane masraflarını karşılaya bilmek için bir görevi kabul eder. Basit gibi görünen bu görev bir öğrenciyi izlemektir ama işler hiç de sandığı gibi gitmeme...