UYARI

71 5 0
                                    


   Doksan Dokuz gözlerini açtığında ilk yardım odasındaydı ve  Jack'in ona bakan gözleri karşısındaydı. Hafifçe yatırılmış olduğu yataktan doğrulup Jack 'in gözlerine baktı. Jack sinirlenmişti ve sertçe:

"Aklını mı kaçırdın?"

dedi. Doksan Dokuz umursamaz bir tavırla hafifçe gülüp alaycı bir tavırla karşılık verdi.

"Oksijen... Kafa yapıyor..."

Jack onun bu umursamaz ve alaycı tavrına daha çok sinirlenmişti. Yumruklarını iyice sıktı ama bir şey diyemedi. Derin bir iç çektikten sonra ona bakmayı sürdürdü. Birkaç saniye birbirlerine öylece baktıktan sonra kapının çalmasıyla dikkatleri kapıya yöneldi. Gelen Rick'ti ve huzursuz gözüküyordu ve tüm huzursuzluğunu ses tonuna yansıtarak:

"Bir ziyaretçiniz var."

dedi. Doksan Dokuz hemen yataktan kalkıp kapıya yönelirken Jack de onu takip etti. Hızlı adımlarla dar koridorlardan geçip laboratuvara geldiler. Üçülaboratuvara vardıklarında ise herkes orada toplanmıştı ve yüzlerinde az da olsa şaşkın bir ifade vardı. Çünkü gelen Marti'di... Doksan Dokuz'la Martin karşı karşıya geldiklerinde ikisi de birbirlerine sertçe bakıyordu. Hiç kimse ne olduğunu tam anlayamamışken meraklarını giderebilmek için onları izlemekten başka bir çareleri yok gibi gözüküyordu. İkisi de uzun bir süre konuşmazken içerideki herkesin sabrı sınanmaya başlanmıştı. En sonunda Martin soğuk bir ifadeyle konuştu.

"Bunun bir karşılığı olacak..."

Doksan Dokuz hiçbir şey demedi çünkü cellat karşında durduğunda ölümü artık sorgulamazsın. Peki, o gerçekten de cellat olmaya mı gelmişti yoksa bu yolda ona eşlik etmeye mi? Gözlerindeki öfke neye karşılık geliyordu?  Doksan Dokuz sessiz kalmayı sürdürürken Martin devam etti.

"Sen böyle bir hata yapmazdın... Fabrikadan birini öldürmenin karşılığı ölümdür... Senin için gelecekler. "

Doksan Dokuz sessizliğini korumayı sürdürdü. Pek de umursuyor gibi görünmüyordu. Bu durum herkesin canını sıkıyor ondan bir cevap bekliyorlardı. Martin onun daha fazla susmasına katlanmadı ve iki eliyle onu omuzlarından tutup sarstı ve bağırdı.

"Neden?"

Doksan Dokuz onu sarsan elleri sertçe üzerinden çekti. Soğuk bir ifadeyle karşılık verdi.

"Başkan... Beni görmek istiyor değil mi?"

Martin evet anlamında kafasını salladı. Diğer herkes ise birbirine bakmaya başladı. Durum sandıklarından ciddiydi. Jack öne atlayıp:

"Bende geleceğim... "

dedi. Martin ile Doksan Dokuz buna karşı çıkmadı. Doksan Dokuz fabrikaya gitmek için laboratuvardan ayrılırken Jack onu takip etti. Martin de kapıdan tam çıkacaktı ki omzunda bir el hissetti. Arkasını döndüğünde Profesör'ün ona bakan hüzünlü gözleriyle karşılaştı. İkisi de birbirlerine biraz baktıktan sonra hiçbir şey söylemeden ayrıldılar. Merkezde de fabrikaya açılan bir asansör vardı ama burayı sadece fabrika üyeleri kullanabiliyordu ve onların kontrolündeydi. Üçü birden asansöre bindi. Asansörün kapıları kapanırken arkadaşlarının endişeli bakışları onları uğurladı ve kapılar tekrardan açıldığında yeni dünya onları selamlıyordu. Büyük salon en üst düzeyden en alt düzeye kadar fabrika üyeleriyle dolmuştu. Kırmızı gözlerin eşliğinde atılan her bir adım salonda yankı uyandırıyor, onları bilinmeyen bir gizemin içine sürüklüyordu.  Başkan zeminden epeyce yüksek tahtında oturuyor ve onların yaklaşmasını bekliyordu. Tahta çıkan merdivenlere geldiklerinde durdular. Başkan tül perdenin ardında ki tahtından Doksan Dokuza seslenmesiyle herkes irkildi.

"Doksan Dokuz, Fabrikadan birini öldürmenin cezası ölümdür ve senin bunu bilecek kadar zeki olduğunu düşünüyordum..."

Salondaki herkes fısıldaşmaya başlarken Doksan Dokuz'un gülmesiyle yeniden sustular ve şaşkınlıkla onu izlemeye başladılar. Herkes böyle bir durumda nasıl güldüğünü düşünürken Doksan Dokuz'un gülmesi aniden kesildi ve keskin bakışlarla Başkan'a bakmaya başladı. Alaycı bir ifade takınarak karşılık verdi.

"Zeki... Ben de senin bir gözlemciyle bir insanı ya da her neyse ayırt edebileceğini düşünüyordum."

Salonda ki herkes Doksan Dokuz ve Başkan'a dikkat kesildi. Gözlemci? Bu fabrikanın dahi yabancı olduğu bir konuydu. Gözlemciler yarı organik yarı makinelerdi. Üst düzey teknoloji olan bu makineler her türlü kişinin kopyası olabilirdi. Hatta o kadar iyi bir kopya olabilirlerdi ki makineler kendilerinin bir makine dahi olduğunu bilmezlerdi. Hastalanabilirler, yemek yiyebilirler ve diğer her şeyi yapabilirlerdi.  Beyinlerinin dışındali her şeyin organik olması sebebiyle fabrika üyeleri tarafından bile fark edilemezlerdi çünkü tüm duyuları onları insan ya da fabrikanın bir üyesi olarak algılardı. Onlar Başkan'ın gizli askerleriydi... Ve şimdi gizliliklerinden sıyrılmış, Doksan Dokuz tarafından gün yüzüne çıkarılmışlardı. Başkan da bu sefer alaycı bir ifadeyle güldü ve fabrika bireylerine açıklama yaptı.

"Gözlemciler, beyinleri hariç her şeyi organik olan makinelerdi ve bu yüzden fark edilemezler... Onlar benim gizli askerlerimdi. Bugün aslında sizi iki konu hakkında konuşmak için topladım. Biri gözlemciler ve diğeri ise  Esor... Doksan Dokuz teknik bakımdan fabrikaya ait birini öldürmediği için ölüm cezasına çarptırılamaz ama bu onun suçsuz olduğu anlamına gelmiyor. Fabrika'nın düzenini bozmak... Bu küçümseyebileceğim bir suç değil. Biliyorsunuz ki benim bir oğlum olduğu hakkında söylentiler var ve bu doğru."

Başkan devam edemeden salonda derin bir uğultu oldu. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Eğer böyle bir şey varsa o kimdi? Başkan kalabalığı susturmak için ciddi bir tonla seslenmiş ve herkesin meraklarını gidermek için tekrardan dikkatlerini başkana yöneltmesiyle başkan konuşmasına devam etmişti.

"SESSİZLİK... Böyle bir şeyin nasıl mümkün olduğunu anlamaya çalıştığınızı ve bu yüzden de merakınızı anlıyorum ama şimdilik detaylar bende kalacak... Doksan Dokuz sana gelecek olursak yaptığının karşılığı olarak Esor'u bulup bana getireceksin..."

Doksan Dokuz şaşırmamış bunun olacağını tahmin etmişti. Derin bir iç çekti ve karşılık verdi.

"Ya buraya gelmek istemiyorsa..?"

"Bir yolunu bulursun..."

"Ya ben getirmek istemezsem..?"

"O zaman gerçekten ölürsün..."

Derin bir sessizlik salonda hüküm sürmeye başlamıştı. Hiç kimse konuşmuyor, olayların nasıl gelişeceğini kestirmeye çalışıyorlardı. Doksan Dokuz sessizce başkanı seyrettikten sonra arkasını dönüp asansöre ilerlemeye başlayınca Jack peşinden gelmeye başladı. Doksan Dokuz aniden durunca da Jack tökezleyip Doksan Dokuz'a baktı. Doksan Dokuz aniden arkasına dönüp Başkan'a yöneldi. O kadar hızlı ve kararlı yürüyordu ki hiç kimse ona engel olamıyordu. Merdivenlere yaklaştığında onu durdurmak isteseler de yapamamışlardı çünkü Doksan Dokuz çoktan basamakları çıkmaya başlamıştı. En son basamağa geldiğinde perdenin arkasındaki kırmızı gözler perdeye rağmen oldukça netti. Son bir adım attığında Başkan'ın kırmızı gözleriyle göz göze geldi ve perdeyi kavradığı gibi kenara çekti. Herkes derin bir soluk alıp Başkan'ın ne yapacağını merak ediyorken Doksan Dokuz alaycı bir ifade ile:

"Esor'u bulabilmem için ilk önce neye benzediğini bilmem gerek."

dedi. Buna karşılık Başkan hiçbir şey demeyip perdeyi düzeltti. Doksan Dokuz bu sefer herkesin ona bakan şaşkın bakışlarıyla ağır adımlar atarak asansöre yöneldi. Asansöre bindiğinde ise yüzünü tekrardan başkana döndüğünde Başkan tüyler ürpertici ses tonuyla ekledi:

"Fazla zamanın yok..."

Başkan sözünü bitirdiğinde ise kapılar kapanmıştı. Jack hiç konuşmadan Doksan Dokuz'u seyretmeye başladı. Bir şeyler söylemek istiyordu ama uygun bir zaman olmadığını da biliyordu... Kapılar tekrardan açıldığında onun donuk bir ifadeyle odasına gidişini çaresizce izledi..."



99Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin