SİYAH HİKAYE

266 16 2
                                    

Profesör ile Doksan Dokuz geri döndüklerinde  Rick onları sinirli bir şekilde giriş kapısında bekliyordu çünkü Doksan Dokuz haber vermeden oradan ayrılmıştı. Profesör ilk önce onun neden sinirli olduğunu anlayamadı ama sonradan fark etti. Doksan Dokuzun oraya çabucak varmasının nedeni dersi ekip gelmesiydi aksi taktirde bu kadar çabuk oraya varamazdı diye düşündü. Rick'in yanına vardıklarında ise  Rick hiçbir şey söylemedi sadece Doksan Dokuz'u ofisine çağırdı. Zaten soğuk ve sert bakışları demek istediği her şeyi açıkça ifade ediyordu. Onlar Profesörün yanından uzaklaşırken Tom, yüzünde taşıdığı büyük bir sırıtma ile ona yaklaştı. Elinde taşıdığı dosyayı Profesöre uzatıp "İşte öğrencilerinizin çalışmaları." dedi ve ardından oradan ayrılan Rick ve Doksan Dokuz'a  baktı. Alaycı bir tavır takınarak "Her zamanki gibi başı belada." diye ekledi. Profesör ise bu sırada Tom'un uzattığı dosyaları aldı ve gülümseyerek "Evet. Eminim bu işten sıyrılmak için mutlaka bir yolunu bulur. Bu arada Tom, bu gün beni idare ettiğin için teşekkür ederim. Gerçekten büyük bir yardımı oldu. Şimdi gidip bunları okusam iyi olacak." dedi. Tom ise gülümseyip alaycı tavrını sürdürerek " En iyi arkadaşlar bu günler içindir." dedikten sonra Profesör ofisine gidip öğrencilerinin kağıtlarını okumaya başladı. Bu günkü ders için onlardan bir hikaye yazmalarını istemişti. Kağıtları büyük bir özenle okuyor, her okuduğu hikayede öğrencilerinin hayal dünyalarına biraz daha dalıyordu. Hikayeleri okumayı bitirince yüzünde bir gülümseme belirdi ama büyük bir eksiklik hissediyordu çünkü Doksan Dokuz'un hikayesi, dersi ektiği için yoktu ve bu durum onun canını sıkmıştı. En çok onun yazacaklarını merak etmişti  bu yüzden de büyük bir hayal kırıklığı içerisindeydi. Bir umut ışığı belirir gibi ofisin kapısı çaldı ve içeriye bir adam geldi. Profesöre bir kağıt verip Rick'in gönderdiğini söyledi. Profesör küçük bir heyecanla kağıdı alıp adama teşekkür etti. Adam odadan ayrılınca masasına oturup hızlıca kağıdı okumaya başladı. Bu Doksan Dokuz'un hikayesiydi. İçinde bir sevinç belirdi. Anlaşılan Rick Doksan Dokuz'a bugünkü derste yapılanları ona da yaptırmıştı. Büyük bir merakla ve dikkatle okumaya devam etti. Her cümlenin hatta her kelimenin üstünde dura dura okuyor, sanki farklı bir boyutta hayat sürdürüyordu. Hikayeyi bitirdiğinde ise derin bir nefes alıp arkasına yaslanıp düşünmeye başladı. Sanki gerçek hikaye satır aralarına saklanmış da asıl yazdıkları onları gizliyormuş gibiydi. Her şey çok hızlı geçiyor, anlamak güç istiyordu ama yinede bazı kelimeler kalbe dokunuyordu. Hikayede hem büyük bir eksiklik hem de doluluk vardı. Olaya birden sokup nerede olduğunu daha anlayamadan her şey geçip gidiyor ama bazen öyle şeylere yer veriyordu ki insanı farklı bir yere sürüklüyordu. Tüm bu düşüncelerden sıyrılıp duvarda asılı olan saate gözlerini çevirdi saat gecenin ikisi olmuştu. Birden hızlıca odadan ayrılıp kütüphaneye koştu. Gözleriyle Doksan Dokuz'u aradı. Eğer uyumamışsa büyük bir ihtimalle olacağı yer burası olurdu. Kütüphanede kısa bir tur atmaya başladı ve sonunda onu buldu. Tam tahmin ettiği gibiydi. Kitap okuyordu. Profesörün geldiğini gören Doksan Dokuz kitaptan gözlerini kaldırıp Profesöre baktı. Alaycı bir ifadeyle :

"Merhaba yeni edebiyat öğretmenim." dedi. Profesör gülerek Doksan Dokuz'un oturduğu kahverengi, deri ve iki kişilik olan koltuğun diğer yanına oturdu. Doksan dokuzla hikaye hakkında konuşmak istiyordu. Sakin bir ses tonuyla hikayesi hakkında yorum yapmaya başladı:

"Hikayeni beğendim ama her şey çok hızlı geçiyor ve takip etmekte zorlanıyor insan. Hiçbir şey anlatmadan direkt okuyucuyu olayın ortasına atıyorsun bu da hikayeni kötü etkilemiş. Önce onların kelime gruplarındaki anlamları öğrenmeleri gerekmez mi? Neden her şeyi formülleştirdin?"

Doksan dokuz kafasını kitaptan kaldırdı. Kitabını kapatıp önündeki sehpaya koydu. Ciddi bir tavır takınarak Profesöre yöneldi.

"Peki hikaye bittiğinde her şeyi anladınız mı?"

"Evet ama yine de böyle yazmak hikaye için bir eksiklik değil mi?

"Hikayenin sonuna geldiğinizde her şeyi nasıl anladınız?

"Önce her şey eksikti ama sonradan bir yapboz gibi tamamlandı, ama yine de..."

"Profesör ben yazarken hayatı örnek alarak size bir hikaye yazdım. Bu dünyaya gelirken hiç bir şey bilmeden geldik. Direkt olayların içine dalıp her şeyi sonradan fark etmeye başladık. Her şey bir sonraki şeyin tamamlayıcısıydı ve ancak öldüğümüzde her şey bir bütünlük kazanıyordu. Aslında benim hikayem de bu. Bir bebek gibi olayın içinde başlıyor, gelişiyor  ve sonunda her şey bittiğinde ölmüş oluyor ve ancak her şey o zaman bir cevaba kavuşuyor çünkü sorulan her sorunun cevabı bulunmuş oluyor... Aynı zamanda okuyucuyu da beraberinde götürüyor yani ilk başladığınızda siz de hikaye gibi bir bebeksiniz ve onunla beraber büyüyorsunuz ve sonuna vardığınızda cevapların hepsine kavuşmuş oluyorsunuz ve her şey bitiyor... Size yaşayan bir hikaye yazdım, kalbini hissedebildiniz mi? Hayat gibi ya da insanlar gibi anlaşılamayan sonunu görmek için büyük sabır isteyen bu hikayede kaç kelime size dokundu? Yapboz dediniz. Zaten dünya bir yapboz biz de onun parçaları değil miyiz? Yazdığım her paragraf bir yapboz parçası biraz eksik ama diğer parçasını tamamlamak için fazla ,tıpkı biz insanlar gibi..."

Profesör aldığı cevaptan memnun kalmış, yüzünde büyük bir gülümseme belirmişti. Artık hikayenin eksik tarafı kalmamıştı... Hayatı betimleyebildiğimiz zaman yaşayan bir hikayenin kalbini hissedebiliyorduk ve ne kadar iyi betimler isek onu yaşabiliyorduk. İşte sırrı buydu hikayenin... Çünkü hayat görmekten çok öte hissedebilmektir... Profesör içinden bunları geçirirken bir yandan da konuşmayı sürdürdü.

" Hikayede ana karakter neden siyah gibiyim diyor?"

"Bilirsiniz siyah aslında bir renk olarak sayılmaz ama ne renk istersiniz sorusuna cevap verebilir. Yani var ama yok. Yok ama var. Yaşıyor ama ölü. Ölü ama yaşıyor. Yani herkesten daha çok yaşarken herkesten daha çok ölüyor. Ve bilirsiniz siyah tüm ışıkları soğurur yani karakter tüm düşünceleri barındırıyor kırmızı, mavi diye ayırmıyor ama tüm şeyleri görüp hissedebildiği için siyah olmanın ağırlığını yaşıyor."

"Yani herkesten daha renkli ama kimse fark edemiyor anca içine girenler bunu görebiliyor."

"Evet."

"Bazen her şey olmak hiç olmak gibidir."

"Haklısınız. Özgür olmak eve geç saatte dönebilmenin ötesinde, insanın kendi sınırlarının olması ve bu sınırlarını hiç kimsenin belirlememesidir çünkü biz kendi sınırlarımızın içinde özgürüz ve onları kaybetmemiz demek kendi benliğimizi yitirmek demek... Karakterin sınırı da siyah . Eğer tüm renklerini görseydiniz onu siyah yapan siyah yok olacaktı."

"Neden ama her şeyde siyah olmayı diretiyor? Neden kendini bu ağır yükün içine hapsediyor, tek bir rengin rahatlığı varken?"

"Çünkü tüm renklere sahipseniz gökkuşağından dışlanmanızın bir önemi kalmaz..."

"Peki sen bu hayatı, kara şövalye olmayı bu yüzden mi seçtin?

"Ne bir kırmızı bir elmayla zehirlenecek kadar ne de bir prens öpücüğüyle uyanacak kadar aptalım ve bir aptalın peşinden koşacak bir prensi hayatımda da istemem."

"Sana göre herkes aptal ama sen akıllısın değil mi?"

"Bu hayatta hiç kimse dört dörtlük değildir Profesör ama normal insanlar dört üzerinden birlerde gezerken ben üç nokta dokuzlardayım."

Profesörle Doksan dokuz bunun ardından bir kahkaha kopardı ve yine bir gece daha güzel bir sohbet ile harcanmış, güneş tüm ışıklarıyla dünyayı kaplamıştı...

99Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin