İnsan ilk doğduğunda beyin, ne yapacağını bilmeyen tek organdır. Siz yeni doğan bir bebeğin gözlerine baktığınızda onun sizi gördüğünü sanırsınız ama, beyni görmenin ne demek olduğunu bile bilmiyordur. Hiç görmeyen bir yetişkin gözlerini dünyaya açtığında bir gölge ile bir adamın arsındaki farkı kavrayamaz. İşte benim durumum da bunun gibiydi. O yataktan kalkıp gözlerimi her seferinde yeni dünyaya açtığımda ne yapacağımı bilmiyor ve o dünyayı görmeyi öğreniyordum. Ne yapacağını bilmeyen zihnim büyük bir anlam karmaşası yaşıyor ve her şeyi umutsuzca kavramaya çalışıyordu. Bastığım çimlerin sesleri eşliğinde ilerlerken bu kapının beni nereye çıkaracağını merak ediyordum. İçimde biraz huzur ve tedirginlik vardı. Huzurluydum, çünkü eve yaklaşmış gibi hissediyordum. Tedirgindim, eve geldiğimde acaba gerçekten evde mi olacaktım yoksa tüm bunlar oyunun bir parçası mı olacaktı? Sarah ile sessizce ilerlemeyi sürdürürken tanıdık bir yüz bize doğru yaklaşmaya başladı. Aniden durdum. Ben durunca Sarah da durup şaşkınlıkla bana baktı. Gözlerimi gelen adamdan ayırmıyor biraz daha yaklaşmasını bekliyordum."Adam ise yaklaşmayı sürdürüyordu. Yüzündeki kocaman gülümsemeyi fark edebiliyordum. Biraz daha yaklaştığında gelenin Tom olduğunu anlamıştım. Sevinçle ona hızlı adımlarla ilerlemeye başladım. Sarah ise nefes nefese beni takip ediyordu. Tom'un yanına yaklaştığımda alaycı tavrıyla:
"Eve hoş geldiniz Başkan. Umarım bu zorlu yolculuk sizi yormamıştır."
dedi. Başkan kelimesi beynime yıldırım gibi düştü. Bir şekilde bu kelimeyi sindirememiştim. Belki de kelimenin getirdiği ağır geçmişten... Bu unvan benliğimle birleşince sırtımdaki yük kendini hissettirdi. Düşüncelerim yüzüme yansımış olacak ki Tom bir sıkıntı olduğunu anlamış, gülmeyi kesmiş, ve ciddi bir tavır takınmıştı. Gözlerine baktığımda bu ciddiyet sesine yansıdı:
"Bir sorun mu var?"
dedi. Hayır anlamın da kafamı salladım ama o bununla yetinmedi.
"Doksan Dokuz'u mu merak ediyorsunuz?"
Beynimde ki şimşeklerin sayısı arttı. Tom buradaysa o neredeydi? Tom'un omuzlarından tutarak ciddiyetle sordum.
"Tom, Doksan Dokuz nerede?"
Benim bu halimden endişelenen Tom kekeleyerek:
"Ev-evde."
Koşarak geldiği yöne doğru ilerlemeye başladım. Adımlarım kalp ritimlerimle yarışıyorken tek düşündüğüm oydu. Acaba nasıldı? İyi mi kötü mü? Ona orada ne yapmışlardı? Arkamı dönüp gitmek zorunda kalmıştım. Onu orada bırakmıştım. Tanrım! Bu düşünceler beynimi zehirlerken büyük bir çiftlik evine geldiğimi fark ettim. Gerçekten de kocamandı ve insanı büyülüyordu. Ahşap kapıya yaklaşıp sertçe üç kere vurup bekledim. Birkaç saniye sonra kapıya yaklaşan adım seslerini duymaya başlamıştım ve bu durum kalp atışımı harekete geçirmişti. Heyecanla kapının açılmasını beklerken kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum ki kapı hafifçe aralandı ve Eric'in meraklı gözleri, gözlerimle karşılaştı. Beni görünce yüzünde mutluluk dolu bir ifadeyle:
"John!"
dedi ve bana sarıldı. Ona karşılık verdim. Onu gördüğüme her ne kadar sevinmiş olsam da aklım hala Doksan Dokuz'daydı. Eric'in sesi bulunduğum dargınlıktan çıkamama sebep oldu.
"İçeri gel John."
İçeri geldiğimde yanan şömine ışıklarının ahşap tavanda dans edişini seyrettim. Taş duvarlara göz atıp şöminenin karşısındaki bordo kadife koltuklara baktığım sırada Eric'in koltuğa oturmuş olduğunu fark ettim. İçten bir sesle:
"Otursan John."
dedi. Zümrüt yeşili ve görüntüsünden baya iyi bir fiyata satın alınmış olduğu anlaşılan halının üzerinde ilerlerken ortada duran büyük kahverengi sehpanın önünde durdum ve ona baktım.
![](https://img.wattpad.com/cover/91295235-288-k555229.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
99
Mystery / ThrillerProfesör Doktor Robert GREEN bir fizik mühendisidir. Kan kanseri olan sevgilisi Penny'nin hastane masraflarını karşılaya bilmek için bir görevi kabul eder. Basit gibi görünen bu görev bir öğrenciyi izlemektir ama işler hiç de sandığı gibi gitmeme...