SÖZ

23 3 0
                                    


Onu alıp götürmelerini izlerken yüzündeki donukluğu görebiliyordum. İçindeki karanlığı hissederken çığlıklarını duyabiliyor, mavi gözlerinde boğulan düşüncelerini tutmaya çalışıyordum. Onu arabaya bindirip arabayı hareket ettirdiklerinde fabrikanın çatısında saklanmış bedenim harekete geçti. Aşağı indim ve çoktan harekete geçmiş olan arabanın arkasında durdum. Araba köşeyi döndüğünde Sarah ile iki saniye göz göze gelmiştik ve yüzünden bir damla daha kan süzülmüştü. Derin bir nefes aldım yapmam gereken şeyler vardı. Onu kurtarmalıydım. Her ne kadar ona sinirlensem de onu kendi şeytanlarımla bırakamazdım. Sabahleyin bulmuş olduğum kapüşonlu hırkayı giydim ve kapüşonla iyice kafamı örtüp şehir merkezindeki bir kafeye gittim. Masaya oturdum ve televizyondaki haberleri izlemeye başladım. Tüm haberlerde ben vardım. Sarah'nın elleri kelepçeli, kaçtığımız binaya götürüldüğünü gördüm. Tüm gazeteciler etraflarını sarmıştı ve Sarah'nın konuşmasını bekliyorlardı. Tüm yetkililer teslim olmam konusunda spikerlerle konuşma yapıyordu. Eğer bu gün onlara teslim olursam Sarah'nın canını yakmayacak ve beni öldürmekten vazgeçeceklerini belirtmişlerdi. Bir karar vermem gerekiyordu. Bir tarafta Sarah'yı kurtarma sözüm bir diğer tarafta Rose'u bulma planım vardı. Sarah'nın hayatı bu planı tehlikeye atacak kadar değerli miydi? Oysaki kendisine bir şans vermiştim ve onu mahvetmişti. Ona bir daha güvenebilir miydim? Ben bunları düşünürken garson yanıma gelip:

"Ne arzu edersiniz?"

dedi. Bense fısıldayarak:

"Biraz huzur..."

dedim. Ne dediğimi anlayamayan garson sorusunu yeniledi ve ben de:

"Bir arkadaşımı bekliyorum. O gelince karar vereceğim."

dedim ve onu başımdan gönderdim. Vermem gereken büyük kararla baş başa yeniden kalmıştım. O sırada aklıma bir fikir düştü. Rose'a hayatta olduğumu göstermem gerekti ya da diğerlerine. Eğer çıkmazsam fabrikanın bir oyunu olduğunu düşünebilirlerdi. Onlara kendimi göstermem gerekiyordu ve Sarah'yı bulmam. Karar vermiştim. Gidiyordum... Hızlıca kafeden ayrıldım ve birkaç saat sonra binanın önündeydim. Havada helikopterler geziniyor her yeri gazeteciler sarmıştı. Meraklı siviller ise cep telefonlarıyla orada bekliyor, silahlı kuvvetler ise tetikte duruyordu. Tank bile getirmişlerdi... 'Tüm dünya bana karşı' lafını somut olarak yaşıyordum. Onların silahları vardı benim ise azıcık umudumdan başka hiçbir şeyim yoktu. Kalabalığın arasında süzülüp binaya yaklaşınca beni sivil sanan askerler oradan çıkmam gerektiğini söylediler.  Bende kapüşonumu indirip onlara kırmızı gözlerimle baktım. O zaman ben olduğumu anladılar. Yüzlerinde şaşkınlıkla karışık küçümseyici bir bakış vardı. Belki de silahsız gelmem onları şaşırtmıştı. Tankın namlusu bana doğru çevrildiğinde egolarının ne kadar tatmin oluğunu anlamıştım. Beni vurmayacaklardı ama tedbiri de elden bırakamazlardı. Soğuk hava yüzümü okşadığı sırada derin bir nefes daha aldım ve onların ağır silahlarına baktım. Yüzlerindeki küçümseyici ifadeye karşın tek bir adama karşı o kadar silah... Hem de teslim olmaya gelmiş birine... Düşündüm belkide haklılardı çünkü bende tahmin edemeyecekleri bir şey vardı. Zihnim... Benim en büyük silahım zihnim ve hayal gücümdü. Ben neyi nasıl hayal edersem o benim için silahtı. Yavaşça merdivenlerden yukarı çıkıp binanın içine girdim. Aynı küçümseyici bakışlar orada da vardı. Fabrikanın ağır silahlı askerleri küstahça dikilmiş benim ile alay ettikleri sırada en üst rütbeli  adam bana seslendi.

"Elleriniz kaldırın sayın başkan. Aksi halde ateş edeceğiz."

Ellerindeki silahların anti madden olması onlara derin bir huzur veriyor olmalıydı ve bu huzur bana her an ters işleyebilirdi ama Rose'a ulaşmak istiyorlarsa beni öldüremezlerdi çünkü ben o kapıyı açan anahtardım. Bir şey demeden vücutsal yapımı kontrol ettim. Ne yapabilir ya da ne yapamaz olduğumla ilgili küçük bir keşfe çıktıktan sonra boynumu harekete geçirdim. Fabrikanın bilmediği bir şey daha vardı. Ben baş muhafızdım bunu biliyorlardı ama bilmedikleri kısım beni diğerlerinden ayıran özellikti. Daha güçlüydüm ama yapabileceklerim bununla sınırlı değildi. Benim çift parçalı bir omuriliğim vardı. İçinde ise vücut dokumdan oluşan bir kılıç saklıydı. Bu kılıç vücudum tarafından o kadar iyi korunuyordu ki dışarıdan vücudumun içine bakılmaya çalışsa bile o kılıç görünemezdi. Ağzımı açıp sağ elimi ağzıma götürdüm. Kimse ne yapmaya çalıştığıma anlam verememişti. Şaşkın bakışlarla beni süzmeye devam ettiklerinde parmaklarımı gırtlağıma getirdim. Orada bir delik açıp kılıcı sapından tutup yavaşça çekmeye başladım. Herkes bir birine bakmayı sürdürürken silahlarını iyice kavramışlardı. Kılıcın esnek yapısı olsa da çıkarılırken dikkat edilmesi gerekiyordu çünkü  kendime zarar verebilirdim. Ve işte şimdi büyük bir özenle sakladığım ve sadece acil durumlar için kullandığım o kılıcın şovunu onlara gösterecektim ama kılıcı dişlerimin arasına getirirken birden tüm binada gülüş sesleri duyulmaya başlamıştı. Sanki bir ordu hayalet binayı ele geçirmiş gibiydi. Herkes şaşkınlıktan sağ sola bakmaya başlamış ne olduğuna anlam verememişken kılıcı geri sokup etrafa göz atmaya başladım. Tek yapabildikleri silahlarına sıkıca sarılmaktı. Ben de istemsizce sağa sola bakmaya başlarken çok güçlü bir ses bana seslendi.

99Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin