KIRMIZI ZARF

472 21 6
                                    


Yorgun bedenini ayakta tutmakta zorlanıyor, adımları git gide ağırlaşıyordu. Cebinde taşıdığı zarf ise sanki dünyanın en ağır yüküydü. Dünden beri açmaya çalıştığı ama nedenini bilmediği bir sebepten dolayı açamadığı bu zarf onu hangi gizemin içine sürükleyecekti? Uykusuzluk muydu onu yoran  yoksa kafasının içindeki düşünceler mi? Dün gece onu masaya koyup onunla konuşmaya çalışmıştı. Evet, bunu yapmıştı. Yaptığının bir delilik olduğunu bilmesine rağmen sabaha kadar ona bir şeyler fısıldamasını beklemiş onu bu durumdan kurtarmasını istemişti. Durup cebindeki zarfı çıkardı ve ona baktı. Derin bir nefes alıp kendisini sakinleştirdikten sonra zarfı yeniden cebine koydu. Artık derse girmeye hazırdı. Sınıfa girip masasına yaslandı. Bu gün farklı bir yöntem deneyecekti. Fizik anlatmayacak onun yerine kitaplar üzerinden dersi işleyecekti. Belki bu sayede gizemli öğrencisinin dünyasına bir bilet alabilirdi. Sakin bir ses tonuyla:

"Öncelikle herkese günaydın. Dün biraz düşündüm de , belki de bu gün formüllerden ziyade kelimelerden hatta kitaplardan konuşmalıyız." 

Sınıfta derin bir sessizlik oldu. Doksan Dokuz ise okuduğu kitaptan hafifçe başını kaldırıp Profesöre bakınca Profesörle bir an göz göze geldiler. Profesör , Doksan dokuzun ilgisini çekebildiğine sevinmişti. Heyecanla masasının yanında duran sandalyeyi alıp sınıfın ortasına çektikten sonra oturdu. 

"Sizi dinliyorum. Konuyu seçmekte özgürsünüz"

Herkes Doksan Dokuz'a döndü. Onun bir şeyler demesini bekliyorlardı ama  o bir şey söylemedi sadece profesöre bakmayı sürdürdü. Beklediklerini bulamayan sınıf , aralarında konuşmaya başladı ve konu birden aşka geldi. Profesör konuya şaşırmadı çünkü aşk gençlerin hep ilgisini çeken bir konu olmuştu. Sınıftaki herkes birbiriyle tartışıyor , fikirler adeta sınıfta uçuşuyordu. Bazıları böyle bir şeyin olmadığını söylüyor, bir kesim aşkın ne olduğunu tarif etmeye çalışıyordu. Hatta bazıları beyaz atlı prensi beklediklerini bile söylemişti. Böyle olunca sınıf iyice kahkahaya boğulmuş, birbirlerine şakalar yapmaya başlamışlardı. O sırada Profesör gözlerini Doksan Dokuz'a çevirip onu süzdü.  Onun konuya ilgisini kaybedip kitabına geri döndüğünü gördü. Onu sınıfa dahil etmek için biraz üzerine gitti.  Alaycı bir ifade ile:

"Peki ya sen , Doksan Dokuz ? Sen prenses filozof olmak için nasıl bir prens bekliyorsun?

Herkes yeniden Doksan Dokuz'a bakıyor onun ne diyeceğini merakla bekliyorlardı. Doksan Dokuz'un yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Kitabını masaya bırakarak alaycı bir ifade ile:

" Profesör ,ben kara şövalyeyim beyaz atlı prens ise benim en büyük düşmanım."

dedi. Herkesin yüzünde garip bir ifade belirdi. Profesörün de ama pes etmeyecekti. Doksan Dokuz'un üzerine gitmeyi sürdürdü.

"Kara şövalyeler aşık olmazlar mı? Yoksa böyle bir kavramı bile bilmiyorlar mı?"

Doksan Dokuz ciddileşti. Sesinde gizemli bir hava vardı.

"Hayır, biliyorlar. Hem de herkesten daha çok. Onlara göre onu tanımlamak rüzgarın şeklini tarif etmek ile aynı şey. Olmadığını öne sürmek ise Antarktika'da doğup büyüyen birinin dünyada sıcaktan terlemenin mümkün olmadığını savunması gibi. Yani ikisi de boş, ikisi de anlamsız. Bana gelince Profesör, ben bu kavramı gerçekten hissedebilen kişiler arasında bir sır olduğuna inanıyorum. Yani gerçekten onun neye benzediğini öğrenmek istiyorsanız, onu hissedebilmelisiniz. Tabi öncelikle onu hissedebilecek bir kalbe ihtiyacınız var. Peki ya kara şövalye ?  Prensten neden bu kadar nefret ediyor? Çünkü onun sırrını çaldı."

Garip bir ifadeyle Doksan dokuz'a bakmayı sürdürdüler. Fısıldaşıp ondan ürktüklerini söylüyorlardı. Profesörde ise garip bir şaşkınlık vardı çünkü böyle bir cevap beklemiyordu. Sınıftakilere dersin bittiğini söyledi ve sınıfın boşalmasını bekledi. Geriye o ve Doksan Dokuz kalınca da sordu:

"Bunun sonucunda kara şövalye prensi öldürecek mi?"

"Öldürmek isteyecek hatta bunun için yanına kadar bile gidecek ama yapamayacak ve prens tarafından öldürülecek."

"Neden yapamıyor?"

"Sizin zarfı açamama nedeninizle aynı olduğundan."

Profesör bir an duraksadı. Tom 'un ona zarfı verdiğini nereden biliyordu? Yoksa içinde yazanlardan haberdar mıydı? Derin bakışlarla Doksan Dokuz'u süzüyordu. Tam konuşacaktı ki Doksan Dokuz önce davrandı.

"Siz dışarıdakiler, hep sizi kurtaracak birini arıyorsunuz değil mi? Zarfı açmak yerine onun konuşmasını bekliyorsunuz.

Profesör "Dışarıdakiler" diye mırıldandı. Ne demek istediğini anlamamıştı ama Profesör zeki bir adamdı eğer ona dışarıdakiler diye seslendi ise büyük bir ihtimalle o da içeridekiydi. Soğuk bir tavır takınarak:

"Peki siz içeridekiler? Hep bir zarfın içerisine saklanıp okunmayı bekliyorsunuz."

"Profesör,  bizi bir zarf haline getiren sizlersiniz. Biz ,herkesin anlayabileceği kimseler değiliz ve bunu kabul ediyoruz lakin bir kağıt parçasına sığabilecek biri de olmadık. Yani sizin tarafınızdan anlaşılmak için kendimizi dar bir kalıba sıkıştırmadık. Ve siz kendiniz gibi olmayan herkese ön yargı besleyip bizi kaplamaya çalışan zarflar oluşturdunuz. Bizi anlamak mı istiyorsunuz, o zaman kendi duvarlarınızı yıkın çünkü bizim yıkılacak duvarlarımız yok. Bize her 'kapalı kutu' dediğinizde aslında çarptığınız kendi duvarlarınız."

Profesör duraksadı. Sanki biriyle konuşmuyor da her defasında bir bilmeceyi çözmeye çalışıyor gibiydi. Hiç cevap yoktu sadece sorular vardı. Onun zihin dünyasında ne vardı? Onu bu kadar keskin bir çizgiyle çizen neydi? Profesör tüm bu soruları aklından geçirirken Doksan Dokuz sınıftan ayrıldı.Elini cebine atıp zarfı çıkarttı. Hiç heyecanlanmadı , sadece zarfı açtı. Zarfı tam üç kez art arda okudu. Sakinliği bozulmuştu. Zarfta bir cinayeti çözmek için Doksan dokuz ile onun görevlendirildiği yazıyordu. Hızlıca ayağa kalkıp Tom'un odasına yöneldi. Kapıyı sertçe yumruklamaya başladı. İçeriden Tom:

"Daha sert vur, henüz kırılmadı. Belki de tekme atmayı denemelisin."

dedi. Bunun üzerine Profesör kapıyı tekmelemeye başladı. Tom ise içeride gülüyordu. 

"Kapı kilitli değil Profesör!"

Profesör kapıyı açıp hızlıca içeriye girdi Tom,masasında oturuyordu. Bunu gören Profesör,Tom'un masasının önüne gelerek masaya iki eliyle sertçe vurdu. Tom ise rahat tavrını sürdürüyordu.

"Profesör az kalsın bana bir kapı borçlanıyordunuz. Kapısız kalabilirim ama gerçekten masama ihtiyacım var. Oldukça sinirli görünüyorsunuz. Size nasıl yardımcı olabilirim?"

"Eğer kapının kilitli olmadığını söyleseydin buna gerek kalmazdı ama konumuz bu değil. Lütfen bana açıklayabilir misin, nasıl bir öğrenci cinayet vakasını çözmeye gider?"

"En başından beri size onun normal bir öğrenci olmadığını söylememize rağmen neden bu kadar şaşırdınız?"

"Ben bu kadarını tahmin edememiştim."

"Sizi galiba oldukça zorluyor. Lütfen oturun ayakta kaldınız."

Profesör masanın yanında duran yeşil deri koltuğa oturdu. Avuç içlerini yüzünde gezdirdi. Üzerinde düşünceli bir hal vardı.

"Tom , hiç sorgulamadan dediğiniz her şeyi kabul eden birine... Demek istediğim onla her konuştuğumda kendimi bir bilmecenin ortasına atılmış gibi hissediyorum. Korkuyorum Tom, başıma geleceklerden. Buraya gelirken kendimi uçurumdan attığımı ve geri dönüşümün olmayacağını biliyordum. Geçen her saniye bu duruma alışmam gerekirken daha çok korktuğumu görüyorum ve o öğrenci sanki bunu biliyor ve dediği her şey... Aslında....  Sanki beni kendimle yüzleştirmeye çalışıyordu."

"Bu kadar çok korktuğunuz bildiğiniz halde neden uçurumdan kendinizi attınız?"

"Çünkü buraya gelmeden öncede sevdiğim insanı kaybetmekten korkuyordum. Bir şey yapmak istedim ve kendimi burada buldum. Çünkü ben dibe batmış çaresiz bir insanım..."



99Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin