Derse girdiğimizde Deniz pılını pırtısını toplayarak benim sıramdan eski sırasına göç etmiş ve ben yine yalnız başıma oturduğum hayatıma geri dönmüştüm. Onun gidecek olması öngörülebilir bir şeydi ama benim buna bu kadar üzüleceğimi hiç tahmin etmemiştim. Yanımda çok fazla oturmamış olmasına rağmen sanki ona alışmış gibiydim ve yokluğu hemen hissediliyordu.
Öğretmen zili çaldığında aklımı biraz olsun az sonra başlayacak olan derse odaklamaya çalıştım. Ders tarihti ve ilk gün karşılaştığımız hoca derse gelecekti. Ona karşı bir yanlış yapmak istemiyordum çünkü tek yanlışımda babamı ve konuşmasını unutup kafayı bana takabilirdi. Ayrıca ilk karşılaşmamız da hiç hoş olmamıştı. Neredeyse dudağımı parçalamıştı!
"Akher!" Düşüncelerime o kadar dalmıştım ki bana seslenene kadar Büşra'nın arkasına dönmüş bana garip garip baktığını fark etmemiştim. Konuşmasının devamını getirmeyip yüzüme inceler gibi bakınca konuşma mecburiyetini hissettim. "Efendim?"
"Niye daldın ki bu kadar? Deniz gitti diye mi yoksa?"
"Ne alakası var?" dedim hızlıca ve dikkat çekmemek için hemen sustum. Gerçekten de Deniz gitti diye üzülmüştüm ve bunu Büşra dillendirince bana oldukça garip gelmişti. Geleli daha bir hafta bile olmayan bir sınıfta iki gün yanımda oturan bir kız kendi sırasına döndü diye mi üzülüyordum? Evet Deniz oldukça renkli bir kişilikti ve insan onun yanındayken vakit hep eğlenceli geçiyordu... Ama bütün bunlar üzülmek için geçerli bir sebep miydi?
"Akher, eşeğin aklına karpuz kabuğu sokmak gibi olmasın ama bence Deniz'le sen birbirinize çok yakışıyorsunuz!"
Kafam karışmıştı zaten bu sorudan sonra daha da karıştı. "Ne bakımdan?"
Uzunca bir süre konuşmadan sadece bana anlamlı anlamlı baktı. Bazen susmak da gayet muhteşem bir cevap olabiliyordu. Başımı çevirdim ve önümde kapalı olarak duran Tarih kitabına baktım. Deniz'i bu şekilde hiç düşünmemiştim, arkadaş olarak gayet muhteşem biriydi ve bunu sadece iki-üç günde anlayabilmiştim ama Büşra'nın yaptığı ütopyayı hayal etmekti ve oldukça da saçmaydı. Ütopyalar asla gerçek olmazdı. Hafifçe tebessüm ederek başımı kaldırdım. "Hayır, bence yakışmıyoruz."
Bu cevabım onu hiç memnun etmemişti ama daha fazla üstüme gelmek istemediği için başını aşağı yukarı salladı ve önüne döndü.
***
"Osmanlı dönemindeki Kazasker sizin sandığınız gibi seyfiye sınıfına bağlı bir asker değil, Şeri davalara bakan bir kadıdır. Diğer bir ismi de Kadıasker'dir."
Hoca bana her baktığında kafamı hafiften sallayıp dinlediğimi belli ediyordum ama dikkatimi o kadar çok dikkatli dinlemeye odaklamıştım ki hocanın ne anlattığı hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu.
Dinleyemediğimi fark ettiğimde başımı yana sallayıp iki elimle yanaklarıma hafiften iki fiske attım.
"Kazasker Divan-ı Hümayun'da bulunur ve İlmiye sınıfında yer alır..."
Evet demek konu Kazasker'di. Tek başıma odama çekilmeyi seçtiğim bütün o saatler boyunca depresyonlara girmek yerine kendimi tarih-edebiyat-coğrafya üçlüsüne adamıştım. Belki de bu üçlüyle beynim o kadar doluydu ki bu yüzden insanların isimlerini hatırlamak da zorlanıyordum.
"İlmiye Teşkilatına mensup görevliler kimlerdi, Akher sen söyleyebilir misin?"
İçimden Şeyhülislam, Kadı, Kazasker, Müderris... Diye sayarken dışımdan aldığım çalışkan görünmeme kararımdan dolayı "Hocam... Pek iyi anımsayamıyorum..." dedim sonra sırf hoca bana takmasın diye bir kaç tane söylemeye kara verdim. "Şeyhülislam vardı... Kadı..." Biraz durdum ve hocanın konuşmayı devralmasını bekledim. Çok bile konuşmuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ters Aşk
RomanceBilirsiniz işte, bazı insanlar farklıdır, mesela her kız narin ve kırılgan olmayabilir, ya da her erkek sert mizaçlı ve odun değildir. Bunun erkek ya da kadın olmakla bir ilgisi yoktur aslında, duyguların ilgisi olan tek şey insan olmaktır. Ve bazı...