~22

2.5K 170 24
                                    

    Enseme biri balyozla vurmuş gibiydi, başım büyük ihtimalle feci şekilde yarılmıştı ve kanım yüzümü kaplıyordu ama nedense içimden taşan bir mutluluk hissediyordum. Daha önce benim kanımdan olmayan birileri -hem de erkek- beni korumamıştı ve daha önce hiçbir kız bana Deniz kadar yardım etmemişti. Öyle bir şeydi güven problemleri yaşayan tarafım bile sesini kesmişti.

    İsminin Kemal olduğunu daha yeni öğrendiğim -ve büyük ihtimalle iki dakika sonra unutacağım- tarih hocası yarı koşar yarı yürür bir şekilde bana komik gelen adımlarla yanımıza geldiğinde Alp ve Eren çocuğu bırakmış Büşra'da yerde kıvranan zavallıyı koltuk altlarından tutup sürükleyerek görünmeyecek bir yere taşımıştı bile. Kesinlikle çok organize bir şekilde çalışıyorlardı. Etrafımıza toplanmış kalabalıktan da onlar aleyhinde bir ses çıkmadığı için tarih hocası Kemal hemen benim yanıma koşup bütün ilgisini bana verdi.

    "Ne oldu evladım sana?"

    Beş dakika öncesine kıyasla kendimi daha iyi hissediyordum ama yine de ağzımdan çıkan ses sanki bana ait değilmiş gibi gelmişti. "Top... Çarptı." zorla söylediğim iki kelimeyi de hoca anlamadı.

    "Duyamadım ne dedin?" benim cevap vermemi beklemeden Deniz'e döndü ve benim yerime açıklamayı kolunu omzuma dolayıp ayakta durmam için bana destek olan kız yaptı. "Basketbol topu çarptı hocam çok kanıyor..."

     Hoca sözünü kesip hemen arkamda kaldığı için göremediğim ama bahçenin bir kısmını kaplayan park etmiş arabaların olduğunu tahmin ettiğim yeri işaret etti. "Hemen sağlık ocağına gidelim. Deniz, yürümesine yardım et."

      Mavi renkli minik görünen arabaya vardığımızda -insan isimlerini bile hafızamda zar zor tutabilen ben araba markalarını elbette unutuyordum.- Deniz'le arka koltuğa oturduk, elime bir peçete verdiler ve ben de onu acının merkezi olan yere hafifçe bastırdım. Kanın yanaklarımda bıraktığı yapışkan ıslaklığı hissedebiliyordum. 

       Sağlık ocağı okuldan pek de uzak bir yerde değildi galiba çünkü yalnızca dakikalar sonra arabadan inip sadece otoparktan oluşan minik bahçeyi geçtik ve beyaz badanalı iki katlı sağlık ocağının geniş kapılarından girdik.

      Beni odalardan birine alıp yüzümdeki kanı iyice sildiler. Odaya giren kısa boylu, ince yapılı, çakma sarışın bir hemşire eline plastik eldivenlerden takarak korkmuş gibi göründüğüne emin olduğum gözlerime bakıp güven veren bir şekilde gülümsedi. "Yarana dikiş atacağız şimdi, endişelenme hemen bitecek." İçimden "sarma, sarma, sarma" diye durmadan tekrar ederken gözlerimle hemşirenin yaptığı her hareketi piksel piksel takip ediyordum. Makasa benzeyen garip bir aletin ucuna tutturduğu gazlı beze tentürdiyot dökerken onu yaraya sürmemiş olmasına rağmen canımın acısını hissettim. Onu alıp yeniden yanıma geldiğinde "Şimdi yarayı temizleyeceğim, bu biraz acıtabilir..." 

    Hadi ya cidden mi? dedim yine içimden sanki bilmiyormuşum gibi bir de söylüyordu. Yarayı daireler çizerek temizlemeye başladı ve canım yanıyordu yine de odada gözlerini dikmiş hemşirenin ilgilendiği alnımdaki yaraya bakan Deniz acıdan inlememe engel oluyordu. Aslında öyle olsam bile ezik,korkak, güçsüz bir erkek gibi görünmek istemiyordum ona. Dişlerimi sıktım ve yaranın dezenfekte etme işleminin bitmesini bekledim.

    Hemşire iğneyi eline aldığında içimden yemek ismi sıralayan ses yükselip bütün benliğimi kaplamış gibiydi. Tüpe benzer bir şeyin içinden anestezi maddesini iğnenin içine çektiğinde bayılmamak için uğraşıyordum, hayatım boyunca sayamayacağım kadar çok iğne yesem de ve her seferinde sorduklarında iğneden korkmam ben desem de bu, o ucu sivri ince demirin derime batıp etime saplanacağını düşündüğümde gözlerimin kararmasını maalesef engellemiyordu. İğneyi alıp önümde durdu. "İğneden korkmuyorsun değil mi delikanlı?"

    "Ha ha ha! Ben gülüyor muyum sayın dalga geçer gibi dudakları yukarı kıvrılmış egoist çakma sarışın aptal hemşire?" demek yerine gözlerimi kaçırıp "Hayır..." diye mırıldandım. Herhalde dibimde duruyor olmasaydı ne dediğimi bile duyamaz ve korktuğumu düşünerek eğlenirdi. Hoş zaten korkuyordum!

    "Buna sevindim, bu yaşta iğneden korkulmaz zaten." Hayat dersin için de ayrıca teşekkür ederim...  İğneyi yaraya çok yakın olduğunu tahmin ettiğim bir yere batırdığında hızla gözlerimi yumdum. Sanki kafatasımı delip geçmişti iğne... Ah Deniz sen burada olmasaydın ben şimdi erkek olduğumdan hiç utanmayıp o ince çığlığımı basmıştım... Çığlık atmak yerine derin derin solumakla yetindim.

    Şu an burada oturmamın nedeni bizim sınıftaki o oğlandı. Bana zarar vermekten asla vazgeçmiyordu insanlar... Alp ve Eren'in yaptığı şok olmama neden olmuştu. Hele de Deniz'in ondan sonra söyledikleri... Kız gerçekten de dedektif olmalıydı... Düşündüğüm şeyleri nasıl da kolayca anlayabilmişti öyle... Hem de benim gibi duygularını saklamakta ve yalan söylemekte ustalaşmış birinin düşündüklerini... Bu hala rahatsız ediciydi... Ve bir de... Birilerini arkadaş gibi görmek... Bu yapabileceğim bir şey miydi? Onları tamamen kabullenebilir miydim bilmiyordum.

    Hemşire dikişleri atarken krizantem aromalı parfümünün kokusu burnuma doluyordu ama bu, şu durumumda hoş olmasından çok rahatsız ediyordu. İsmini çoktan unuttuğum hocada kapının önünde durmuş kulağında telefon birileriyle konuşuyordu ki konuştuğu kişinin annem olduğunu anlamak için Deniz gibi zehir gibi bir dedektif zekasına sahip olmaya gerek yoktu. Ortalığı yakıp yıkacaktı annem yine, her şeyin mükemmel olduğunu tam da ona yutturmuşken bu olaydan sonra söylediklerimin yalan olduğu ortaya çıkacaktı. Ah, mumum yatsıya kadar bile yanmamıştı nasıl yalancıydım ben böyle? Ve olay kafama dank etti. Deniz'i annem erkek olarak biliyordu ama şu an sırtını duvara yaslamış put gibi bizi izleyen Deniz KIZDI! Ah lanet yalanlar ayağıma dolanıyordu... Ama ben nereden bileyim kafama gelen top yüzünden alnımın yarılacağını ve öğretmenin de annemi arayacağını? Hem belki babamdır? Ama elbette bu durumda da değişen bir şey olmazdı.

    İğne derimi deldiğinde uyuşturduğu için hiçbir şey hissetmiyordum ama bu alnımı dikerken çıkan garip sesleri duymamı engellemiyordu... Midem bulanıyor sanırım... Annem şimdi bir de hastaneye gidip profesyonel doktorların bakmasını isteyecekti... Topu bana atan çocuğa beni bunları yaşamaya mecbur bıraktığı için nefretle dolmuştum, elbette o sınıftaki çocuğa da!

    Aklımı sesler dışında meşgul eden konuya geri döndüm. Sınıfımızda iki tane Deniz olması gayet normal bir şeydi öyle değil mi? Hatta bunlardan biri erkek diğeri de kız olabilirdi ki annem bunu böyle bilecekti. Bulduğum çözümle rahatlar gibi oldu.

     Hemşire dikişi bitirdiğinde yarayı yeniden temizledi ama bu sefer ben alnımda hissizlikten başka bir şey duyumsamıyordum. Gazlı bezle yarayı kapattı ve işini bitirdi. "Oldu işte..." Pansumanla ilgili birkaç bir şey söyledikten sonra öğretmenin yanına gitti. Deniz'le kapısı açık odada yalnız kalmıştık.

    "Acıdı mı?"

    "Hayır..." Beni öldürecek kadar çok acımış bile olsa elbette ki hayır diyecektim.

    "Kemal Hoca annene haber verdi."

    "Tahmin etmiştim."

     Bu cevabımdan sonra bir şey demedi ve odaya bir sessizlik hakim oldu, sadece sağlık ocağının koridorlarından gelen gürültüler vardı.

    Ben hasta yatağının üzerinde oturmuş Deniz'in lacivert gözlerinin içine bakıp içlerinde kendimi görebileceğimi düşünürken ve o da ifadesiz bir yüzle duvara yaslanmış alnımdaki bezin kapattığı yarayı incelerken bir şeyi anladım. Bu yağmurun yağması ya da gökkuşağının çıkması kadar doğal bir şekilde olmuştu. Öylece birden zihnimde belirmişti...

     Ben Deniz'e aşıktım...

Ters AşkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin