Hafta sonum dümdüz bir deniz dinginliğinde geçiyordu ve bundan son derece memnundum, bol acılı, aksiyonlu bir ilk hafta geçirmiştim ve birinden çok emin olmasam da sekiz yeni arkadaşa sahiptim. Hayatım boyunca edindiğim arkadaşların toplamından daha fazlaydı bu sayı. Tabi koruyucu melek üçlüsünün benden sıkılacağından adım gibi emindim ve ilk başta beni öldürmek üzere olan bitirim ikili de büyük ihtimalle yavaşça kendilerini geri çekerlerdi. Aslı'nın ilk fırsatta benden uzaklaşacağı belliydi zaten, Deniz'in ne yapacağını kestirmek zordu. O bana gayet normal biriymişim gibi davranıyordu ve ben bu yüzden onun gitmesini istemiyordum.
"Abi..." Elimdeki Stephen King kitabından başımı kaldırıp kardeşime baktım. Son sayfayı okumak yerine düşüncelere dalmıştım ve bunun farkında bile değildim. "Biraz maç yapalım." Daldığım düşüncelerden kurtulmam bir bakıma iyi olmuştu.
"Futbol?"
"Basketbol." dedikten sonra genişçe sırıttı. İçimden "Allah'ım bana bu maçı çürüksüz bir şekilde atlatma şerefini bahşet." derken ona gülümseyip başımı salladım. Geniş bahçemizin bir köşesine pota yaptırmıştı babam. Bazen ailecek oynardık, aslında genelde ailecek oynuyorduk çünkü olabilecek her türlü sakatlanmadan beni korumaya ant içmiş gibilerdi. Arada bir de kardeşimin basketçi damarı tutuyordu ve ben evdeysem, ya da arkadaşlarını çağırmamışsa oynuyorduk. "Son sayfayı okuyorum sen git topu al."
Dışarıdaki hava çok güzeldi ve bu havayı değerlendirmek gerekirdi. Düşüncelere daldığım için okuyamadığım romanın sonunu okuyup bitirdim. Ne ara o kadar dalmıştım haberim bile yoktu.
"ABİİ!" bahçeden gelen sesle kitabı kapatıp oturduğum koltuğun üzerine bıraktım. Normalde bitirdiğim kitaplardan sonra bir süre olduğum gibi kalıp gözlerimi kapatarak romanı düşünmek adetimdi ama bu seferlik bu iş biraz bekleyebilirdi.
"Geliyorum!" diye bağırdım, kısık sesimle ne kadar bağırabildiysem artık. Bahçeye çıktığımda kardeşim çoktan koltuğunun altındaki topla sahadaki yerini almıştı. Üzerine kolsuz siyah bir tişört giymişti. Tam havaya girdiğine göre zorlu bir maç olacaktı. Bendeyse Deniz'in aldığı malum tişört vardı. Günlük kıyafet olarak çok rahat olduğunu söylemiş miydim?
"Beş sayı." dedi kazanacağına dair tüm güvenini gözlerine yükleyip bana bakarken. "Beşe ilk ulaşan kazanır."
"Anlaştık." dedim "İddia ne?"
"Kazanırsam tişörtün benimdir."
Afallamış bir şekilde ona baktım. "Üzerimdeki mi?"
"Aynen öyle..."
"Bu bir hediye... Mağazada binlercesi var."
Sırıtması iyice yüzüne yayıldı. "Umurumda değil, ben onu istiyorum." Bu sırıtışında garip bir şey vardı ve ben bundan hiç ama hiç hoşlanmamıştım. Kardeşimi tanıyordum ve bu yüzden kafasında kurduğu bir şeyler olduğunu biliyordum ama neydi böyle sırıtmasına neden olan kafasındaki o şey?
"Kaybedersen?" diye sordum tedirginlikle, tişörtü neden istesin ki? Bir özelliği yoktu ve kardeşim laciverdi sevmezdi bile.
"Tişört sende kalır bu da bir ödül öyle değil mi?" Dövüşü kazanacağından emin bir gangsterin karşısındakiyle oynaması gibi oynuyordu sanki benimle. Tişörtü ona kaptırmak istemiyordum elbette ki ama ona hayır dersem -bir erkeğin aldığı tişört için mızmızlık yaptığımı düşünecekti.- Bir anda kafamda bir yerler aydınlandı. Kaç gündür bu tişörtü giyiyordum hem de dolabımda onlarcası olmasına rağmen, annem her günün nasıl geçti diye sorduğunda bir şekilde Deniz'den bahsediyordum. Bu elbetteki dikkatlerini çekecekti ve ben şu an bir sınavın içindeydim. Ya tişörtü ona verip sınavı kazanacaktım ya da bende kalmasını sağlayıp kaybedecektim.
"Kabul." dedim, ilk aşamayı geçmiştim ama sınavı kaybetmek pahasına da olsa bu tişört bende kalacaktı. Ah Deniz neden bana daha az göze batan bir şey almamıştın ki?
"Sana yumuşak davranacağımı sanma." dediğinde aynı şekilde karşılık verdim.
"Her şeyimizle oynayalım o zaman." İçimdense yalnızca tek bir kelime söyledim. "Makarna." ve hemen ardından ekledim "Kurtar beni."
Top onun elindeydi ve başlayan da o oldu, önümde duruyordu, pota da arkamda. Oraya ulaşıp sayı atmadan topu elinden almalıydım. Basketbolda da diğer sporlarda olduğu gibi berbattım ama kardeşimi tanımam benim lehimeydi çünkü ne zaman ne tarafa doğru hücum edecek kestirebiliyordum. Çocukluğumuzdan beri sayamayacağım kadar çok oynamıştık.
Yanımdan geçmeye çalışırken elimi topa uzatıp ondan almaya çalıştım ama o hızlı bir dönüş yaparak elimden kurtuldu ve potaya doğru ilerlemeye başladı. Onu rahat bırakmaya niyetim yoktu ayaklarıma "Hızlı olun!" emri vererek koşup ona yetiştim ve basket topuna ayağımla bir tane geçirme isteğini gerilere iterek kardeşimin önüne geçip ellerimi havaya kaldırdım. Topu potaya atmaya çalışırsa ona blok yapıp bu atışı engelleyecektim. Göz göze geldik. Gözlerinde gördüğüm kazanma hevesi benim de hırslanmama neden oldu. Sağ tarafa doğru hamle yaptığında bir adım atıp yeniden önünde durdum ama o zaten bunu bekliyormuş gibi sol tarafımdan hızla geçip potaya ulaştı ve topu attı. Ben onu nasıl iyi tanıyorsam o da beni aynı şekilde tanıyordu.
Benden daha yapılıydı, daha güçlüydü ve ilk sayı da onundu. Yerde seken topu tutup bana fırlattı. "Sayı benim." Dört sayı daha vardı... Biraz daha asılmalıydım.
Elimle sektirdiğim topla beraber karşıma duran kardeşime baktım. "İkinci sayı benim olsun lütfen..." diye içimden dua ediyordum. Garip bir şey yapmaya karar verdim ve kolunun altından topu ileri atıp o daha ne olduğunu anlamadan koştum ve attığım topu yakaladım. "Güzel hareket!" diye bağırdı arkamdan. "Kazanmak istiyorsun ama yeterli değil." Topun elimden alındığını fark ettim ve yalnızca iki saniye sonra potadan geçmişti. "İkinci sayı da benim!"
Tişörtü ona vermek istemiyordum ama kazanmam da imkansız gibi görünüyordu. Lanet olsun! Bilgisayar oyunlarında iyi olduğum kadar keşke hareket gerektiren oyunlarda da iyi olsaydım... Dakikalar sonra o üçüncü basketini de attığında koşturmaktan nefesim tıkanmaya başlamıştı. Bu durumda pes edip senin olsun demeliydim ama yapmadım. Mücadeleye devam edecektim, bu sefer sonuna kadar. Alnıma biriken terleri kolumla sildim, saçlarımın ıslanmaya başladığını hissedebiliyordum. Spor yapan biri değildim, genelde bir yerlerde uzanıp kitap okumayı tercih ederdim ve vücudum da ona göreydi.
Top bendeydi. Durumu aleyhime çevirmek için iki basket hakkım kalmıştı, nefes almakta zorlanıyordum ve onun aksine yaptığım en büyük spor okula gidip gelmek olduğu için deli gibi yorulmuştum.
Onu geçmeyi başardığımda ya da o geçmeme izin verdiğinde kısa bir an sevinç yaşadım bu sefer sayı benim olabilirdi. İki dakika sonraysa birbirine dolaşan ayaklarım yüzünden kendimi iki seksen yere yapışmış halde buldum. Top elimden fırlayıp gitmişti ve düşüşümü hafifletmek için yere dayadığım dirseklerimin sızısını her hücremde hissedebiliyordum. "Kahretsin..."
Kardeşim hiç de hızlı olmayan adımlarla bana doğru geldi ve yanımda yere çöktü. "Seni bir şey için böylesine istekli görmeyeli uzun zaman olmuştu..." Doğrulup ona baktım, dirseklerim cidden çok kötüydü... Söylediği kelimelerle ne ima ettiğini düşünürken elini bana uzattı. "Tişört sende kalsın..." Uzattığı eli tutup yardımıyla ayağa kalktım. O da benimle birlikte kalktı. "Kendini öldürme yeter." gülerek arkasını döndüğünde ben hala neyi kast ettiğini düşünerek olduğum yerde dikilmeye devam ediyordum. Eve girdi ve ben arkasından bakakaldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ters Aşk
RomanceBilirsiniz işte, bazı insanlar farklıdır, mesela her kız narin ve kırılgan olmayabilir, ya da her erkek sert mizaçlı ve odun değildir. Bunun erkek ya da kadın olmakla bir ilgisi yoktur aslında, duyguların ilgisi olan tek şey insan olmaktır. Ve bazı...