(Y/N: Kalınla yazılanlar İngilizce, normal olanlar Korece ve italik olanlar da Çince. )
~ Anne, uçak bir saat önce indi. ~
Bütün eşyalarımı, daha doğrusu şu ana kadar yaşadığım bütün hayatımı sığdırmaya çalıştığım bavulumla birlikte Havalimanı kapısında taksi beklemeye devam ediyordum. Kore'de gecenin beşiydi ve yarım saat beklediğimi göz önünde bulundurursam taksi bulmak oldukça zor görünüyordu ve bu durumdan his hoşnut kalmamıştım.
Anneme çektiğim mesajdan sonra telefonumu tekrar deri çantamın içine attım. New york'ta saatler öğleni bulmuştu ve annem her zamanki gibi işleriyle oldukça meşgul olmalıydı. Bu yüzden ben jetlagımı atlatmak için yatağımda uzandığım sırada annemin beni arayacağını zaten biliyordum.
Ama öncelikle acilen bir taksi bulmam gerekiyordu çünkü Seul'de geceleri oldukça soğuktu. Ve ben kısa şortum, içimi gösteren tişört ve deri ceketimle bu aya göre pek uygun değildim. Ve taksi bulamadan geçireceğim bir beş dakika sonrasında zatürreye yakalanabilme ihtimalimi düşünüyordum. Yeni hayatımın ilk haftasına hasta olarak başlamak elbette ki istemiyordum.
Deri ceketimin fermuarını boğazıma kadar çekme çabalarıma başlarken yolun hemen ilerisinde taksi görmemle yerimde tepinerek beni görmesi için el sakladım.
" Teşekkürler Tanrım! "
Tanrıya tüm şükürlerimi iletirken taksisinden inen orta yaşlı adam bana anlaşılmaz gözlerle bakarak çekingen adımlarla yanıma geldi. Ona göre Korece bilmeyen yabancı turistlerden biriydim. Ve bu tavrı onun da İngilizce bilmediğini açıkça gösteriyordu.
Bana gülümseyerek bütün bavullarımı ses çıkarmadan yaşına göre oldukça çevik hareketlerle arabasına yerleştirdi. Ona yardım etmek istesem de buna izin vermemişti. Ve sonunda bende, oturmak için tek yer kalan ön koltuğa yerleştim. Orta yaşlı adam koltuğuna yerleşip kapıyı kapattıktan sonra aynı çekingenlikle yeniden bana döndü. Nereye gireceğimi sormaya çalışacaktı elbette.
" Nerree? Nere?? "
Daha fazla kendisini parlamasına gönlüm razı olmayarak kalacağım otelin adını söyledim sadece.
Ölü gibi sandığım şehri camdan izlemeye devam ederken çoktan otele geldiğimizi arabanın yavaşlamasından anladım.
Taksici, arabayı sağa yanaştırıp otelden yardım etmek için bir Bellboy'un gelmesini bile beklemeden tüm bavullarımı aşağıya indirdi. Bu davranışına karşılık ona yüklü bir miktar verdim ve giderken neden yaptığımı anlamadığım bir şekilde arkasından el sakladım.
Nihayetinde bir Bellboy gelerek tüm bavullarımı uzun bir süre kalmayı düşündüğüm " 1007 " numaralı Otel odama taşıdı. En üst kattaki odalardan biriydi ve ben yüksekliği severdim.
Bavullarımı taşıyan çocuğa bahşişini verdikten sonra kapıyı arkasından kapatıp içeri doğru yürüdüm. Odam, ışığı açmadığım için karanlıktı fakat biraz daha ilerledikçe içeriye süzülen ay ışığı rahatlıkla herşeyi görmemi sağlıyordu.
Yatağımın bulunduğu odanın bir duvarı boydan boya camla kapalıydı ve ben hayatımda hiç bu kadar hoş bir manzara ile karşılaştığımı düşünmüyordum.
Hoştu.
Gerçekten güzeldi.
Ölü sandığım şehir sabaha doğru bile oldukça canlı duruyordu. Otelim Cheongdamdong'daydı ve ben Han Nehrini tüm güzelliği ile görebiliyordum.
Manzaraya dalıp gitmişken telefonumun çalması ile kendine gelip yatağın üzerine attığım çantamdan çıkardım. Arayan annemdi. Bu kadar erken aramasına oldukça şaşırmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Oh, My Daughter! (✓)
FanfictionÇin mitolojisinde " Kaderin Kırmızı İpi " adında bir inanış vardır. İnanışa göre; Tanrı her insanın ayak bileğine kırmızı bir ip takar ve kaderleri birleşecek olan insanları bu ipler sayesinde birbirlerine bağlarmış. Bu ip esner, kördüğüm olur ama a...