Çocukları çekimin yapılacağı yere getirene kadar ki geçen zaman gayet sakindi. Emniyet koltuklarında ki ikizlerden biri elindeki plastik oyuncağını kemirirken diğeri uyuyordu. Ve onların ortasında oturan Saerang ise amcasından zorla aldığı I-pad ile uğraşıyordu. Gerçekten zorla hemde. KwangHo bilgisayarını vermek istemeyince yine bir krizin ortasında kalakalmıştık. 1 hafta içinde 5.kriziydi ve ben gerçekten bundan bunalmıştım. Saerang krize girdiği zaman ne Jae Rim yardım ediyordu ne de Kwangho. Çocuğu susturmak için harcadığım 10 dakikanın sonunda ikiside çığlık seslerine dayanamayıp yanıma geliyorlardı sadece.
Herşey güzel ve yolundaydı ta ki arabayı durdurup onları çıkarmaya çalışana kadar. İkizler pek sorun çıkarmadan inmişlerdi fakat aynı şeyi Saerang için söyleyemezdim. Arabadan inmeyi red ederek kapıyı yüzüme kapatmıştı. Ne kadar dil döksem de inmeyi red eden Saerang gerçekten başıma bela oldu. Birde bu yetmezmiş gibi elindeki oyuncağı paylaşamayan ikizler bu yaşta kardeş kavgası yapıyorlardı. Yanımdan geçen personeller işin tuhaflığıyla ilgili dedikodular yaparken tamamen küçük bir kaosun ortasında kalakalmıştım.
" Saerang-ah, baban bizi bekliyor. Eğer içeri girmezsek de çok kızacak. "
Sesimi duyması için bağırırken, bir yandan ikizleri ayırmaya çalışıyordum. Bu işi kabul etmekle büyük bir hata yapmıştım. Çocuk bakmaktan ne anlardım ben?
" Song Saerang! "
Bir türlü ayrılmayan ikizleri kendi başlarına bırakıp yeniden Saerang'ın yanına döndüm.
" Hemen in arabadan. "
Kapıyı açıp elinde ki tableti aldığım da attığı çığlık kulaklarımı tıkamama neden oldu. Tabi bunun dışında benimle birlikte kardeşlerini de korkutup daha da fazla ağlamalarına. Ne yapacağımı şaşırmış bir şekilde bir yandan arabanın içinde yeni bir kriz geçiren Saerang'a bakıyordum diğer yandan paçalarıma yapışıp beni döven İkizlere.
Ağlama sesleri daha fazla artarken aklıma yapabileceğim hiçbişey gelmiyordu. Daha doğrusu başıma saplanan ağrı yüzünden hiçbir şey düşünemiyordum. O kadar fazla ses çıkarıyorlardı ki kulaklarım uğuldamaya başlamıştı artık.
" Lee Moonri! "
Seslenenin kim olduğuna bakamadım bile. Olayın şokuyla resmen donup kalmıştım. Zaten öfkeyle çıkan sesinden kim olduğu aşikardı.
" Ne yaptığını sanıyorsun? Aklını mı kaçırdın? "
Song Jae Rim beni tüm gücüyle kenara doğru ittiği halde kendime gelmekte güçlük çektim bir süre daha. O çocukları sakinleştirmekle uğraşırken bende arabamın bagaj kısmına yaslanmış bir şekilde sessizce ağlıyordum. Yapmam gereken şey onları sakinleştirmeye çalışmak olmalıydı. Sadece onları sakinleştirmek. Neden aklıma gelmemişti ki bu?
" Moon? "
Uzun zaman sonra yeniden onu görmek gerçekten iyi hissettirmişti, ne kadar onun olur olmadık zamanlarda aniden ortaya çıkmasına sinir olsam da şuan burada olduğu için mutlu olmuştum. Hatta bana bu şekilde seslenmesini bile özlediğimi söyleyebilirdim.
" Zhang Yixing. "
Benden hiç beklenmeyen ve kesinlikle onu şoka sokacak bir şekilde aniden atılarak ona sarıldım. Neden bunu yaptığıma dair tek birşey bile bilmiyordum. Fakat sanırım buna ihtiyacım vardı. Ona sıkıca sarılmış bir şekilde ağlarken beni hafifçe kendinden uzaklaştırıp kendi arabalarına, bizi göremeyecekleri bir yere doğru götürdü kolumdan çekerken. O sırada adımı deli gibi bağıran Song Jae Rim'i çoktan unutmuştum bile.
" İyi misin? "
Hala kolumu tutmaya devam ederken cevap vermek için ona doğru döndüm oturduğum koltukta. Bakışların da bir değişiklik olmamıştı. Onu trende terk ettikten sonra bana baktığı gibi bakmaya devam ediyordu. Kızgın, öfkeli.. Kırgın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Oh, My Daughter! (✓)
FanfictionÇin mitolojisinde " Kaderin Kırmızı İpi " adında bir inanış vardır. İnanışa göre; Tanrı her insanın ayak bileğine kırmızı bir ip takar ve kaderleri birleşecek olan insanları bu ipler sayesinde birbirlerine bağlarmış. Bu ip esner, kördüğüm olur ama a...