Ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum. Ya da ne yapmam gerektiğini de. Bildiğim tek birşey vardı, şimdilik bunu kimsenin bilmesini istemediği.
Bu nasıl olabilirdi? Tüm kötü şeyler her zaman iyi insanların başına mı gelmeliydi yoksa? Ne yapmalıydım, gerçekten? Bu durumun üstesinden nasıl gelinebilirdiki? Başkalarının da bunu bilmeye hakkı vardı. Annesinin, Başkan Lee'nin.. Lu Ge'nin... Hayatımda bu kadar berbat bir an yaşadığımı sanmıyordum. Bu anı Moonri'nin beni trende 100'lerce kez bırakıp gitmesine tercih ederdim. Binlerce kez..
Lütfen! Tanrım ona birşey olmasın.
Mokpo'ya gelişimizin üzerinden sadece 8 saat geçmişti. İlk 5 saati acilen yapılan çekimlerle hızlıca geçip gitti. Aslında oldukça yorucuydu da. Ve bende uzun süredir kimsenin bizi tanımadığı bir hastanenin kantininde vaktimi öldürmeye çalışıyordum. Moonri'yi yaklaşık bir saat önce MRI odasına götürmüşlerdi. Ve tahmin ettiği gibi beyninin ön lobunda yaklaşık 7 cm boyunda bir tümör vardı. Anestezi halinde olduğu için henüz hiçbirşeyden haberi yoktu elbette. Doktor olmak kolay işti. Bunu pat diye yüzüne söyler bir tedavi yolu bulmaya çalışırdı. Fakat ben ne yapacaktım? Onun yanında güçlü duramazdım. Doktorun bana söyledikleri hala kulaklarımdaydı ...
" 7 cm boyunda oldukça büyük bir tümörden bahsetmem gerekiyor öncelikle. Tabi kötü olan şey bir tek bu değil. "
Ona göre söylemesi ne kadar kolay birşeydi bu böyle. Burada Moonri'den bahsediyoruz be adam!
" Tümör beynin ön lobunda. Yani bu demek oluyorki, şiddetli baş ağrılarının yanında, kişilik kaybı, saldırganlık, vücudun herhangi bir yerinde his kaybı, konuşma ve görmede yaşanacak problemler, koku duyusunun kaybı...Bunlar yaşayacağı bazı zorluklar olacak. Hemen bir tedavi yöntemi bulmalıyız. Bu yüzden hastanın velisi olarak sizden izin istiyoruz. Hasta şuanda anestezi altında. “
“ Nasıl bir izin? “ Korkarak sordum. Ne için izin istiyorlardı? Hemen bugün ameliyata sokmazlardı değil mi? Çünkü buna cevap verebilecek bir yetkide değildim ben.
“ Tedavisini bulmak için tümörden bir parça alıp patalog tarafından laboratuarda inceletmemiz lazım. Böylelikle tümörün türüne göre bir tedavi uygulayacağız. " Doktor elinde ki raporlarda başını kaldırıp bana doğru döndü.
“ Tümörden bir parça almak? Yani bu, "
" Evet, düşündüğünüz gibi saçlarının bir kısmını kazıyıp kafatasını biraz delmemiz gerekiyor. "
Söylediği şeyler yüzünden gözlerim neredeyse yerinden çıkacaktı. Bu adam neyden bahsediyordu böyle? Kafasını delmekte ne demek oluyordu? Buna nasıl izin verebilirdim? Üstelik Lee Moonri saçlarını herşeyden daha çok severdi.
“ Üzgünüm ama ben onun sadece arkadaşıyım. Buna verebilecek bir cevabım yok. Sadece uyanmasını bekleyip ona sorun. Ben bunu yapamam. “
Doktor şaşkın bir şekilde bana bakarken randevu kağıdını katlayıp arka cebime yerleştirirken odadan hızlıca çıktım. Koca hastanede Lee Moonri'nin nerede olduğunu bilmiyordum. Sormak içinde yeniden doktorun odasına girmek kesinlikle aklımın ucundan geçmiyordu. Bu yüzden adımlarımı hızlı tutup MRI'ın bulunduğu en alt kata yöneldim. Onu bulmam çokta zor olmamıştı. İki hemşirenin Moonri'nin yattığı sedyeyi sürüklediğini son anda görüp onlara katıldım. Onu bir odaya almışlardı ve uyanması epey sürdü. Yaklaşık 5 saattir hastanedeydik. Ve bu oldukça uzun bir süre olmuştu. Bu kadar süreceğini düşünmemiştim bile. Telefonumu sessize almıştım. En son baktığımda 20'ye yakın mesaj vardı ve 10 tane cevapsız arama. Başıma birşey geldiğini düşündüklerini biliyordum. Bu yüzden iyi olduğuma dair birkaç mesaj yazmıştım bile. Fakat hala aramaya devam eden üyeler cidden sinirlerimi bozmaya başlamışlardı. Uykusuzdum ve doğru düzgün yemekte yiyememiştim. Oturmuş Moonri'nin uyanmasını bekliyordum. Eh tabi ona gelen aramalarıda yok sayamazdık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Oh, My Daughter! (✓)
FanfictionÇin mitolojisinde " Kaderin Kırmızı İpi " adında bir inanış vardır. İnanışa göre; Tanrı her insanın ayak bileğine kırmızı bir ip takar ve kaderleri birleşecek olan insanları bu ipler sayesinde birbirlerine bağlarmış. Bu ip esner, kördüğüm olur ama a...