Şu son olaylardan sonra ciddi anlamda moralim bozuldu. Fakat kim ne derse desin Kris ve şimdi de aynı kararı vererek gruptan ayrılan Luhan'ı desteklemeye devam edeceğim. Açıkcası aptalca bir şekilde, ya da değil, bana kızabilirsiniz de hatta ama Luhan'ın gitmesine cidden sevindim bile denilebilir. Nasıl mutlu olacaksa öyle yaşasın. Onun adına bende mutlu olurum. Bariz, şu son günlerde gelen Yifan'ın resimleri oldukça hoş. Artık gülümsüyor, sevindim açıkçası.
•°•°•°•°•°•°
" Sana daha çok para verecekleri, seni daha fazla meşhur edecekleri için 5 yılını bir anda yok sayıp gittin, öyle mi? "
Neydi bu? Böyle birşeyi nasıl bana söyleyebilirdi ki? Gerçekten hiçbir sorun olmadan geçen uzun bir zamandan sonra Mari ile aramda ki güven sorununu çoktan hallettiğimi sanmıştım. Fakat yanıldığımı anlamam canımı sıkmakla kalmamış, yakmıştı da.
Mari'nin yüzüne bile bakmadan kapıyı açarak koridora çıktığımda, hemen sağ tarafta asansörün önünde bir görevliyle konuşan Yixing'i gördüm. Onunla karşılaşıp konuşmak gerçekten istediğim son şeydi. Bana bağırıp çağırması umrumda değildi fakat sinirli ve öfkeliydim ve karşısında susup kalmaktan başka herşeyi yapabilirdim. Bu yüzden hızlı adımlarla diğer asansöre yöneldim. Mari'yi arkamda o şekilde bırakmak elbette kötüydü fakat hatasını anlayana kadar onunla konuşmak bile istemiyordum.
Sert adımlarımla otelden tanınmadan çıkmayı başardığım da telefonumun titremesiyle olduğum yerde durarak cebimden çıkarmak zorunda kaldım.
" Özür dilerim.. Lütfen, beni bırakma.. "
Evet, hatasını anlaması sandığımdan daha çabuk olmuştu fakat bu onu bu kadar kolay affedeceğim anlamına gelmiyordu. Bu yüzden ona cevap vermek yerine telefonumu cebime koyarak yeniden yürümeye başladım. Canını yaktığımı biliyordum ve bu benim daha da berbat hissetmeme neden oluyordu.
Lanet olsun!
Bir insanı nasıl bu kadar çok sevebilirdiniz ki?
Yürümeye devam ettiğim sokakta köşeyi dönmeden hemen önce adımlarımı tekrardan durdurarak sıkkınca bir nefes verme ihtiyacı hissettim.
Hayatım yeterince berbat gidiyordu ve bunu Mari'yi kaybederek daha da berbatlaştırmak kesinlikle istemiyordum. Yaşadıklarım dramaya bağlamış bir dizi gibi olup çıkmıştı.. Daha da zorlaştırmak aptallık olurdu.
Kendimi yeniden Mari'nin kaldığı otelin önünde bulduğum da gördüklerim canımı daha da sıkmaya yetmişti.
Yixing'i, Mari ile birlikte bir taksiye binerken yakalamıştım. Neden sürekli onun peşinde dolanmaya devam ediyordu ki?
Yixing'i kardeşim olarak görüyordum ve onun üzülmesini kesinlikle istemiyordum. Ama Mari'ni etrafında dolanmaya devam ederek bunu yeterince zorlaştırıyordu.
Mari'yi ona bırakacak falan değildim..
Tanrı'nın sevdiği evlatlarından biri olmalıydım ki önümden geçen taksiyi son anda fark ederek anında durdurup atladım. Taksiciye öndeki arabayı takip et demek yeterince zorken bakışlarıyla karşılaşmak beni epey utandırmıştı.
Gergince geçen 10 dakikanın sonunda geldiğimiz yer Pekin'de bulunan en büyük tren istasyonu olmuştu. Elbette, Yixing'in niyetini anlamam pekte zor olmadı. Mari'yi kendi memleketi Changsa'ya götürüyor olmalıydı.
Bu beni fazlasıyla sinirlendirmişti işte!
Burnumdan solumaya devam ederek onların peşinde gizlice ilerlerken nihayet yakalanmadan aynı vagona binmeyi becerebilmiştim. Onların hemen iki arkasında ki oturduğum koltukta kayarak kendimi iyice görünmez kıldım.
" Biraz uyu. “ Yixing'in nazik olmaya çalışan sesi kulaklarıma dolunca bakışlarımı camdan alarak onlara çevirmeye çalıştım fakat pek birşey görünmüyordu.
" İstemiyorum. “ Onun kinin aksine Mari'nin sesi oldukça boş çıkarak arkaya doğru uzandı. Son anda aşağıya kayarak beni görmesini engelledi.
" Kore'ye dönmeliyiz, biliyorsun değil mi? “ Mari konuşmaya başlayınca koltuğumda yeniden kendimi düzelterek onlara kulak kabarttım. " Kim Jongdae doğum gününde senide yanında ister. Birde sen onları bırakma. Eminim kötü hisseder. “ Konuşmasında bana laf çarpması canımı yaksa da onun da canı yandığı için içime atarak önemsememeye çalıştım sadece.
" Grubumuzu bizden çok daha fazla düşündüğün için teşekkür ederim Moonri fakat bunu bende biliyorum. Merak etme iki gün içinde tekrar Kore'ye döneceğiz. Ve bu süre içinde sen kesinlikle benim yanımdan ayrılmayacaksın. “
HADİ YA!
“ Bana emir verme. " İçimde kabaran öfke Mari'nin ona karşı gelmesiyle biraz sakinleşmişti.
" Uyu Moon, geldiğimizde söyleyeceğim. “ Yixing'in bıkkın çıkan sesinden sonra başka hiçbir konuşma geçmeyince bende onları dinlemeyi bırakarak uyumayı denedim.
Gözlerimi açtığım da uzun süredir yapmadığım bir şeyi yaparak kendime kocaman bir lanet okudum.
Lanet olsun! Mari ve Yixing ortalarda yoktu ve tren yeniden hareket etmeye başlamıştı.
Yattığım yerden ani bir hareketle kalkınca hemen yanımda oturan ihtiyarlar korku dolu gözlerle bana döndü. Onları pek takmamaya çalışarak koşar adım dar koridorda kapıya doğru yürümeye başladım.
Sadece, sadece birkaç saniyelik gözlerimi kapamıştım. Sadece gözlerimi dinlendirmek içindi. Kendime inanamıyorum...
Tren iyice hızlanmaya başladığın da bu sefer koşmaya başladım. Mari'yi kaybetme korkusu yüzüme çarpınca kalbim koştuğum için değil bu yüzden ritmini değiştirdi.
“ Luhan! "
Hemen arkamdan gelen çığlık adımlarımı yarıda kesip ayağımın hava da kalmasına neden olmuştu.
" Luhan! "
Birkez daha bağırınca yavaşça arkamı dönerek bana doğru yaklaşmakta olan Mari ile karşı karşıya geldim.
“ Burada olduğuna inanamıyorum! " Sesinin çatladığını duyduğum an bunun ardından bir ağlama krizine gireceğini bildiğim için bana söylediklerini bir kenara bırakarak kolundan tuttuğum gibi kendime yasladım. Göğsümde ağlamaya devam ederken sürekli aynı şeyleri tekrar edip duruyordu.
" Özür dilerim. Seni seviyorum. Beni bırakma... "
Bende seni seviyorum Sulu göz! Ve seni asla bırakmayacağım. "
___
Öldürme Saati'ne de bir bakın lütfen amaaaaaa!! Bak yeni bölüm koymam buna haa
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Oh, My Daughter! (✓)
FanficÇin mitolojisinde " Kaderin Kırmızı İpi " adında bir inanış vardır. İnanışa göre; Tanrı her insanın ayak bileğine kırmızı bir ip takar ve kaderleri birleşecek olan insanları bu ipler sayesinde birbirlerine bağlarmış. Bu ip esner, kördüğüm olur ama a...