08.09.2017
***
Burak..
Yaşamak.. Neydi gerçekten? Insan yaşadığını nasıl anlardı? Yada yaşamadığını? Bunu anlamanın kolay bir yolu var mıydı? Bence yoktu. Hiç bir zamanda olmamıştı. Yaşamak demek sadece nefes alıp vermek, kalbin atıp, vücuduna ihtiyacı olan kanı pompalaması demek degildi. Bunlar sadece yaşamın bir parçasıydı ve hepte öyle kalacaktı. Ama gerçekten yaşamak .. İşte o bu degildi..
Yaşamak demek.. Sevdiginin yanında olmak demekti. Sevdiginin gözlerinin içine korkmadan baka bilmek, kokusunu doya doya içine çekmek, ona sarıldığında sag gögsünün üstünde onun kalp atışlarını hissede bilmekti.. Ona birşey olacak korkusu ile deliye dönmek, onun canı yandığında, senin canının onun canından daha fazla yanması, saçının bir teline bile zarar gelse, en acı ölümleri hissetmek demekti..
Ve eger bunların hiç biri senin hayatında yeri yoksa, işte o zaman sen yaşamıyorsun..
Sadece yaşayan bir ölü oluyorsun..
Ölüm.. 4 harfe sahip olan bu kelime göründügü kadar masum degildi. Sadece o kelimeyi okudugunda bile insanın tüylerini ürperiyor ve o kelimenin içinde oldugu cümleyi hiç bir zaman duymak istemiyorlar. Çünkü o zararsız duran kelime, aslında göründügü kadarda zararsız değildi..
Bazılarımız için ölüm herşeyden ve herkesten kurtulmak için tek care gibi dura bilir. Belki bu gerçekten öyleydi ama.. Bunu düşünmek bile, insana büyük acılar verirken, geride bırakmak zorunda kaldıklarımızın çektiği acıları düşünmek.. İşte bunu kimse gerçekten istemez.. Bazılarımız ise o kelimeyi görmek yada duymak istemez.. Çünkü bilirler, o kelimenin onlara ne kadar büyük acılar vereceğini. Çünkü bilirler o kelimenin onların hayatını baştan aşağıya nasıl değiştireceğini.. Çünkü bilirler o kelimeyi duyduktan sonra, hiç birşeyin eskisi gibi olmuyacagını.. İşte ne kadar çok istemeselerde, o kelime elbet bir gün gelip hepimizi bir şekilde bulacaktı..
Benide bulmuştu bu zararsız görünen ama göründügünden daha çok zarar veren kelime. Hemde öyle bir bulmuştu ki, geriye bıraktığı tek şey, asla kurtulamıyacagım ve aldığım her nefeste gögsümün tam üstüne oturup, kendini her şekilde belli eden bir vicdan azabı olmuştu. Her saniye o vicdan azabının altında ezilip kalırken, bir süre sonra ona alışmıştım. Alışmıştım alışmasınada, bu yinede onu her hissettigim anda, o acının altında ezilip kaldığım gerçeğini değiştirmiyordu.
Vicdan azabının yanına kalbiminde acısı geldiginde, artık yaşamak diye birşey kalmamıştı benim için. Sevdigim kadını kaybetmek ile kalmamış, bebegimin katilide olmuştum. Bu bir insan oglunun taşıya bilecegi en büyük yüklerden biriydi ve ben malesef sırtıma binen bu yükü, yükleri bir türlü taşıyamıyorum.
Gözlerimi her kapattığımda, gözümün önüne sevdigim kadının bana o acı dolu haykırışı geliyordu. Bana bebegimin katili oldugumu söyledigi an.. İşte o an, hayatın bir anlamı kalmamıştı benim için. Nasıl kalabilirdiki zaten? Sevdigim, canımı ugruna feda edecegim dedigim kişiden, bunu duymak ve gerçek oldugunu bilmek..
Ama en büyük gölü yaşam bana atmıştı. Hemde öyle bir atmıştı ki, ben o gölün etkisinden bir türlü çıkamamış, kurtulamamıştım.. Bebegimin katili olmakla başa çıkarken, sevdigim kadının bana bir kağıt parçası bırakarak, hayatımdan tamamiyen gittigini ögrenmek.. İşte o zaman yaşayan bir ölü olmuştum ya ben..
Beynimde hala o güne ait görüntüler dönsede ve ben bu görüntüleri unutmak istiyor olsamda olmuyordu. Sanki o güne ait olan herşey, beynimin bir köşesine kendilerini monte etmiş ve bana ne kadar iğrenç bir insan oldugumu göstermek istermiş gibi, bir anda gözümün önünde beliriyordu..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşk-ı Hicrân
ChickLitÖykü.. Aşk-ı'n Esaret'inin içinde kalmış, sahip oldukları ile, ordan bir şekilde çıkmaya çalışıyordu.. Bütün benliği ile içindeki Aşk-a karşı gelmeye çalışıyor.. Onu yok saymayı deniyordu.. Ama olmuyordu.. Çünkü bu Aşk-ı'n Esaret'i, onu Aşk-ı'n...