-34.Bölüm-

1.7K 125 66
                                    

18.03.2018

Yazardan..

Hayat senin için ne zaman devam etmeyi bırakırdı? Ne zaman kendini yaşamıyor gibi hissetmeye başlarsın? Ne zaman nefes aldığın halde, o nefesi aldığını hissetmezsin? Ama en önemliside, ne zaman yaşayan bir ölü olmaktan, tamamen çıkarsın?

Hiç bir zaman.. Hayat öyle bir şey diki, sen ne yaparsan yap, bir kere seni avcunun içine aldı mı, kurtuluşun yoktu. Nasıl kurtulmayı planlıyorsun ki zaten. Hayat senin isteklerin üzerine değil, kendi istekleri üzerine gidiyordu. Sen karşı gelmeye çalışıyor ve kendi bildiğini yapıyordun ama sonuç koca bir hüsrandan başka bir şey değildi.

Peki ya zaman? O neden çabucak gitmiyordu? Neden aynı yerde kalıp, senin çektiğin acıdan daha çok acı çekmeni sağlıyordu? Neden insanların dediği gibi, zaman bedenimizi ama daha çok ruhumuzu saran yaralara, merhem olmuyordu?

Olsaydı ya... Keşke öyle olsaydı. O zaman belki bu kadar çok acı çekmez ve hayatımız bizim istediğimiz gibi giderdi. Düşüncesi bile çok güzel değil mi? Öyle bir şeyi sadece düşünmek bile senin yüzünde gülücükler açılmasına neden oluyordu ama gerçekler.. İşte onlar o gülücüğün geldiği gibi gitmesine neden oluyordu.

Burak içinde böyle herşey. Hayat onu avucunun içine almış onunla en güzel oyunları oynarken, zaman ise bir türlü geçmek bilmiyor ve bütün her yerini kaplayan o acıların arasında son nefesini vermesine neden oluyordu. Burak nefes alıyordu yada almıyordu. Farkında değildi. Olamıyordu bir türlü. Sevdikleri yanında olmadığı sürece, olamazdıda zaten.

Aldığı her nefes boğazında bir yumruk oluşturuyordu. Ciğerleri o yumruğu geçemeyen oksijen için bağırıyordu ama Burak onlara yardım edecek hiç bir girişimde bulunmuyordu. İstese bile yapacak gücü kendinde bulamıyordu.

Zaman Burak'ın yanından öylece akıp giderken, Burak günden güne eriyen bir mum gibi olmuştu. Yemek yemiyor, su içmiyordu. Uyku desen.. Gözlerini kapattığı anda, göz kapaklarının altını dolduran görüntüler ona acı vermekten başka hiç bir şey yapmadığından, Burak bundan kaçmak için elinden gelen her şeyi yapıyordu.

Aradan kaç gün geçmişti bilmiyordu. Bırakmıştı artık saymayı. Belki bir gün, belkide on gün geçmişti. Yada on beş gün müydü? Bilmiyordu Burak. Sayılar onun için anlamsız bir detaydı. Sevdiği kadının yanında olmadığı zamanı saymak istemiyordu. Biliyordu çünkü Burak. O günleri saymaya başladığı anda, onun gitmesini kabul etmiş olacaktı. Ve Burak hiç bir şekilde, sevdiği kadının gittiğini kabul etmiyor ve etmiyecekti.

Burak derin bir nefes alıp, kullanmış olduğu arabayı evin önüne park etti. Arabadan inmek yerine öylece araba oturmayı seçmişti. Dudaklarından tatlı bir esneme dışarı çıktığında, gözleri yavaş bir şekilde kapanmaya başlamıştı. Burak bedenini saran yorgunluğu en kötü şekilde hissetmeye başladığında, artık dinlenmesi gerektiğini anlaya biliyordu. Tek sorun dinlenmek istemiyordu. Sevdiği kadını ve bebeklerini bulana kadarda dinlenmek yoktu onun için.

Burak gözleri kapanmış bir şekilde başını direksiyona yasladıgında, sessizlige dayanamadığı için açmış olduğu radyodan gelen müzik kulaklarını doldurdu. İlk başlarda kulaklarından girip beynine ulaşan sözleri tam olarak algılayamıyor olsada, kulakları açılmış ve beyni her şeyi algılamaya başlamıştı.

Uzun oldu gideli sen,
Ne de koydu ah bir bilsen,
Beni sorarsan; İyi işte,
Nasıl olunursa öyleyim, ayrıldıktan sonra.

Her şey aynı,
Aynı kuşlar,
Karanfiller,
Hepsinin selamı var sana.

Burak gözlerini bir saniye bile açmadan sözleri dinlerken, beynini çoktan bir kaç görüntü sarmıştı. Yüzünde acı bir gülümseme belirirken, ciğerlerine gitme umudu ile derin bir nefes aldı. Ama aldığı nefes, boğazına takılı kaldığında ise, Burak vazgeçti.

Aşk-ı  Hicrân Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin