31.03.2017
Burak salondaki koltuklardan birinde oturmuş, duvara boş bakışlarını sunuyordu. Beyni bütün gece uyumayıp düşündüğü için en sonunda grev vermişti ve şimdi bom boştu. Gözlerinin beyazını uykusuzluktan dolayı kırmızılar kaplamışken, göz altlarını ise mor halkalar süslemişti.
Uyumak neydi bilmiyordu sanki Burak. Uyumayı denemiş ama sonucu hüsran olmuştu. Ne zaman gözlerini kapatsa, göz kapaklarını sevdiği kadın ve bebekleri kaplıyordu. Ha birde tabikide o tatlış köpekler. Burak onları bile özlemişti. Bu eve geldiğinde, Burak'ın paçasına yapışıp bırakmamalarını, bebekler ile yerde oynamaya çalışmalarını ve onlarla beraber koyun koyuna uyumalarını özlemişti.
Çok özlemişti be.. Hemde çok. Aldığın her nefeste onların kokularını içine çekmek için can atan ciğerleri ona acı veriyordu. Burak muhtaç kalmıştı onlara. Her şekilde onlara muhtaç kalmıştı. Onlar olmadan nefes almanın, yaşamanın, hayattan zevk almanın bir anlamı yoktu. Kısacası onlarsız hiç bir şeyin zevki yoktu.
Göz kapakları kendi kendine kapanmaya başladığında, Burak başını arkaya doğru yasladı. Bütün bedeni uyku diye bağırıyordu ama Burak’ın kulaklarını dolduran sesler, yüzünde bir gülücük oluşmasına neden oldu. O sesler sevdiği kadının nefesine aitti.
Sevdiği kadın onu aramıştı. Evet evet onu aramıştı. Bu hayal yada rüya değildi. Olamazdıda zaten. Nasıl olsun ki? Nefes alıp verişlerinden hemen anlamıştı onun olduğunu. Helede dudaklarından kaçırmamak için çabaladıgı ama başaramadığı hıçkırıgı onu çoktan ele vermişti bile.
Burak onun sesini duymamış bile olsa, yeterdi ona. Sonuçta Öykü'sü, küçük anka kuşu onu aramıştı değil mi? Bu Öykü'nün de onu düşündüğü gösteriyordu değil mi? Tabikide onu gösteriyordu. Yoksa, yoksa neden arasın ki Burak'ı?
Burak kendisi birazda olsun mutlu hissediyordu. Bu mutluluk abartılacak bir mutluluk değildi ama yinede yetiyordu ona. Sevdiği kadının iyi olduğunu ve en önemliside onu düşündüğünü biliyordu ya. İşte bu her şeye yeterdi.
Burak, hayallere dalmış giderken, kulaklarını bu sefer kapının zili kapladı. Bu ses yüzünün buruşmasına neden olurken, gözlerini açtı. Kapıyı açmaya gidecek gücü yokmuş gibi hissediyor olsada, gelmiş olan davetsiz misafiri, bir zaman sonra zili çalmanın yanında, kapıyı da alacaklı gibi vurmaya başlamıştı. Bu durum Burak'ın sinirlerini en son devreye getirdiğini, Burak istemedende olsa oturduğu yerden kalktı.
Burak'ın dudaklarından bin bir küfür dışarı çıkarken "Geldik lan!" diye bağırdı. Kapıyı açarken "Ne alacaklı gibi çalıyorsun?!" diye bağırdığında, karşısında bu durumdan hiç bir şekilde etkilenmemiş olan Emre "En sonunda kapıyı aça bildin." diyerek, Burak'ın yanından geçip, içeri doğru girdi.
Burak başını yukarı kaldırıp derin bir nefes alırken, bu çocuğun burada tekrar ne işi olduğunu anlamaya çalıştı. Ona kaç kere haber vermeden gelmemesini söylediğini bilmiyordu ama sonuçta Emre'ydi bu. Her zaman kendi kafasına eseni yapmıştı ve bunu yapmaktanda hiç kimse onu alıkoymazdı.
Burak kapıyı kapatıp, salona girdiğinde, Emre ceketini çıkarmış, koltukta iyicene yayılarak oturuyordu. Burak onun bu haline başını sallayarak, karşısında bulunan koltuğa oturduğunda "Eee Emre bey, bu seferki ziyaretinizi neye borçluyum?" diye sordu.
Emre omuzlarını silkerek "Vallahi geçerken bir uğrayım dedim." dedi Emre. Söylediği Burak'ın sinirlerinin bir kat daha artmasını sağlarken "Lan ben sana haber vermeden gelme buraya demedim mi?!" diye sinirli bir şekilde sordu.
Emre, bakışlarını Burak'ın üzerinde gezdirirken, onda bir şeylerin farklı olduğunu anladı. Diğer günlere göne daha iyi duruyordu. Tabi hala şöyle baktığında çökmüş ve kötü duruyordu ama diğer günlere göre daha iyiydi sanki. Bir şeyler olmuştu. Burak bunu fazla belli etmemeye çalışıyor olsa bile, Emre'nin gözünden kaçmadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşk-ı Hicrân
ЧиклитÖykü.. Aşk-ı'n Esaret'inin içinde kalmış, sahip oldukları ile, ordan bir şekilde çıkmaya çalışıyordu.. Bütün benliği ile içindeki Aşk-a karşı gelmeye çalışıyor.. Onu yok saymayı deniyordu.. Ama olmuyordu.. Çünkü bu Aşk-ı'n Esaret'i, onu Aşk-ı'n...