13.04.2018
Öykü...
Bir hayat vardı, acılar ile kaplı. İçinde bazı yerleri mutluluk ve sevinç kaplıyordu. Ama genellikle acı kendine esir almıştı o hayatı. Bırakmıyordu elinden. Vermiyordu kimseye. Hep kendisi olsun istiyordu ve bunun içinde, içinde yer almaya çalışan bütün güzel anılar yok ediyordu.
İşte benim hayatım buydu. Hayatım acılar üzerine kurulmuştu ve içine her hangi güzel bir anı girmeye çalıştığında, acı hemen kendini belli ederkek, onları yok ediyordu. Aslında hayatımın acılarla kaplı olmasına alışmış olmam lazımdı.. Ama hiç bir şekilde alışamamıştım. Bunu şimdi, sevdiğim adamın sesini duyduktan sonra daha iyi anlıyordum.
Burak ile konuştuktan sonra, kendim olmaktan çıkmıştım. Gözümden akan ve son bulmayan yaşlar yanaklarımı süslerken, bir zaman sonra onları silmeyi bırakmıştım. Çünkü ne kadar çok onları silip yok etsemde, yenileri gelip eskilerin yerini süslüyordu.
Kulağımda hala sevdiğim adamın bana söylediği her şey çınlıyor ve ellerim ile kulaklarımı kapatmak isteğimi çoğalıyordu. Denemiştim bunu. Gerçekten belki bu sayede hiç bir şey duymam diyerek denemiştim ama.. Hiç bir fayda etmemişti. Sesler daha çok olmaya ve kendimi deliriyormuş gibi hissetmemden başka bir işe yaramadı.
Salondaki koltukta kaç saat oturup ağladım hiç bilmiyorum. Bildiğim tek şey annemgilin eve geldiğinde, beni öyle bir şekilde bulmuş olmaları ve neler olduğunu öğrenmeye çalışmaları idi. Dudaklarımdan sadece "Burak." ismi dökülmüştü. O isim dudaklarımdan öylece dökülürken, her harf bir bıçak misali göğsüme battı, yaralar açtı ve hiç bir zaman kapanmayacak yaralar açtı.
Annem bana sarıldığında, dudaklarımdan hıçkırıklar dışarı çıkmış ve sessiz salonu süslemişti. Sanki bebeklerim benim ağladığımı hissetmiş gibi onlarda ağlamaya başladıklarında, kendimi o kadar aciz ve güçsüz hissediyordum ki, kalkıp onların yanına olamadım. O sırada Berk abi imdadıma yetişip bebekleri aldığı gibi odaya götürdü ve onları bir şekilde susturdu.
Anneme sıkı bir şekilde sarılmış ve ağlamaya devam ederken, annemin "Senin şu gözlerinden dökülen inci taneleri varya... Işte o inci taneleri bir iğne olup gelip benim göğsüme batıyor ve oradan kimse kolay kolay çıkaramasın diye, en derinlere gidiyor." dedigini duydum. Sesinden onunda benim gibi ağladığını fark etmiştim ama şuan ona yardım edebilecek durumda değildim. Daha kendime bile yardım edemiyor iken, ona nasıl yardım edebilirim ki?
"Sana ağlama demeyeceğim Öykü'm," dedi annem tek elini saçlarıma çıkartıp okşarken. "Ağla.. İçini döke döke ağla ve omuzlarına binmiş olan bu yükten kurtul."
Anneme sıkı bir şekilde sarıldım. Sanki ona öyle sarılır isem, işte o zaman bedenimi saran acı ve omuzlarıma bir demir misali binen bütün yüklerim kaybolacakmış gibi. Ağladım.. İçimi döke döke, omuzlarımdaki yükü ata ata ağladım. Ağlamam yavaş yavaş iç çekmelere döndügünde, biraz önce orada olan her şey hala oradaydı. Gitmemişlerdi. Beni yalnız bırakmamış, üstüne daha kötü bir şekilde olmuşlardı.
"Bazen.. Bazen sana baktıkça keşke her şey daha değişik olsaydı diyorum. Keşke.. Keşke baban ile ayrılmasıydım ve sen onunla büyüseydin diyorum. Baba sevgisinin ne olduğunu anlayarak bu yaşına gelseydin diyorum. Belki.. Belki o zaman senin hayatın böyle olmazdı?"
Annemin söylediklerini duyduğumda, ondan ayrılıp ona baktım. Ağlamaktan kızarmış gözleri ile bana bakarken, ellerim ile yanaklarını tuttum ve yanaklarını süsleyen yaşları sildim. Başımı sallarken "Böyle düşünme," dedim sessiz çıkan sesim ile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşk-ı Hicrân
ChickLitÖykü.. Aşk-ı'n Esaret'inin içinde kalmış, sahip oldukları ile, ordan bir şekilde çıkmaya çalışıyordu.. Bütün benliği ile içindeki Aşk-a karşı gelmeye çalışıyor.. Onu yok saymayı deniyordu.. Ama olmuyordu.. Çünkü bu Aşk-ı'n Esaret'i, onu Aşk-ı'n...