-33.Bölüm-

1.7K 130 28
                                    

10.03.2018

Salonda bulunan koltuğa oturduğumda, derin bir nefes aldım. Göz kapaklarım sanki bunu bekliyormuş gibi kendiliğinden kapandığında, başımı arkaya yasladım. Üstüme binen yorgunluk beni uykunun kollarına bırakmaya dünden hazır olsada, uyumak şuan istediğim en son şeydi.

Zaten istesem bile, tilkiler ile dolu olan beynim, buna en büyük engeldi. Beynimin içinde binlerce tilki dönüp dolaşırken, yapmış olduğum bu şeyin doğru olduğuna kendimi inandırmaya çalışıyordum. Aslında bunun doğru olduğunu biliyordum ama.. Kimseye haber vermeden kaçmış olmam, vicdamın sesinin susmuyor olmasını sağlıyordu. Ama kaçmak zorunda olduğumu bilmek o sesin biraz olsun sessiz olmasını sağlasa bile, yinede o sesin orada olduğunu bilmek.. Hiç güzel değildi.

Şuan arkadaşlarımın ve Burak‘ın, gittiğimden haberleri var mıydı yada öğrendiler ise ne durumdalardı merak ediyordum. Ortadan bir anda, hiç kimseye haber vermeden kaybolmuş olmamım onların hoşuna gitmeyeceginden adım gibi emindim. Ama arkamda bir mektup bırakmış ve oraya gerekli bulduğum her şeyi yazmıştım. Tabikide bu yinede ortadan bir anda kaybolmamı haklı göstermiyordu ama şuan elimden başka hiç bir şey gelmiyordu.

Gitmek zorundaydım. Herkesten ve her şeyden kaçıp gitmek ve kendime gelmek zorundaydım. Bunu başkaları için değil, kendim için yapmak zorundaydım. Biliyordum çünkü. Orada kalıp, öğrendiğim her şey ile savaşmaya çalışsam, o zaman altından kalkamaz ve her şeyin altında kalırdım.

Canım yanıyordu. Öğrendiğim her şey canımı çok kötü yakıyordu. Soruyordum neden bunlar oldu diye? Neden bütün bunlar benim başıma geldi diye? Neden her şey canımı yakıyor diye? Ama bir cevap yoktu. Ve hiç bir zamanda olmuyacaktı. Belki her şeyin böyle olmasını gerekiyordu. Belki kaderimin en tatlı oyunu buydu. Belkide..

"Öykü iyi misin?" diye soran annem ile düşüncelerime ara vermek zorunda kaldım. Kapatmış olduğum gözlerimi açıp ona baktığımda, biraz ileride durmuş ve gözlerinin içine sinmiş olan telaş ama daha çok kendini belli eden korku ile bana bakıyordu. Oturduğum yerde dikleşip "Konuşalım mı?" diye sordum, sorduğu soruyu es geçerek.

Zamanı gelmişti artık. Annem ile her şeyi konuşmayı ve aramızda bulunan her soruna bir çözüm bulmanın zamanı gelmişti. Sorunlardan kaçarak onları yok etmiyordum. Daha kötü, onların daha çok olmasına neden oluyordum. Zaten hayatımda bin bir sorun varken, artık yavaş yavaş bütün sorunları cözmem ve hayatımda yeni bir başlangıç yapmam gerekiyordu.

Annem bir kaç saniye öylece bana baktıktan sonra "Konuşalım." dedi ve gelip yanıma oturdu. Benim bakışlarım annemin üzerinde öylece durmuş konuyu nasıl açacağımı düşünüyordum. Böyle bir şey nasıl söylenirdi gerçekten bilmiyordum. Sadece hastalığı değildi onunla konuşmak istediğim konu. Öğrendiğim bir kaç gerçek, onuda bir yandan ala kadar ettiği için, onunlada konuşmam gerekiyordu. Bunu biliyor ama nasıl başlayacağımı bilmiyordum.

"Her şeyi bildiğini biliyorum," diyen annem, bakışlarını bana çevirdi. Gözlerinin en derinlerine baktığımda, orada bir kaç duygu göre bilirim sandım ama.. Şuan annemin gözleri kahverengi mezarlar gibi bomboş bir şekilde bana bakıyordu. "Neyi?" diye sorduğumda, annemin yüzünde acı bir gülümseme belirdi. Bu gülücüğün altında bir çok duygu yatıyordu ama benim gerçekten canımı yakan tek şey, yüz hatlarının her karesine işlemiş olan acı idi.

"Hastalığımdan haberin olduğunu biliyorum Öykü."

Annemin dediği şey ile bakışlarımı ondan kaçırdım. Annemin benim bildiğimi bilmesi bir yana, bir anda ondan böyle bir şeyi duymak.. Acıtmıştı.. Sanki şuan annem bunu söylediğinde, kabul etmek istemediğim ve etmemek için elimden gelen yaptığım her şey bir anda elimde patlamış gibi hissediyordum. Bunu bilmek bir başkaydı. Ama o kişiden bunu duymak ise.. İşte o daha bambaşka bir şeydi.

Aşk-ı  Hicrân Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin