14.09.2017
***
Şuanda kendimi dünyanın en mutlu insanı gibi hissetmem gerekirken, neden o mutluluk tam olarak kapımı çalmıyordu? Neden içimdeki mutlulugun yanına yerleşen bir burukluk vardı? Neden o burukluk yavaş yavaş içimdeki mutlulugu kendine esir yaparak, içimden kaybolmasını sağlıyordu? Hayat neden benim mutlu olmamı istemiyordu?
Bu soruları kendime sormak ile geçen kaçıncı günümdü gerçekten bilmiyordum. Artık günleri saymayı bırakmış, öylece zamanın yanımdan bir su gibi akıp gitmesini izlemiştim. Geçen her zaman ile herşey gerçekten herşey iyiye gitmeye başlasa bile, ben anlamadığım bir mutsuzlugun içine girmiştim. Ve ne yaparsam yapayım ordan çıkıp, kapımı çalmaya çalışan ama bir türlü çalamayan mutluluga tutunamıyordum.
Burak'ın durumu gün geçtikçe iyiye gidiyordu. Artık yogum bakım odasında degilde, normal bir odada kalıyordu. Doktorlar Burak'ın biraz daha burada kalmasını istedigi için, Burak hiç istemesede, hastanede kalmak zorundaydı. Ilk başlarda kendisini iyi hissettigi için hastaneden çıkmaya yeltense bile, doktorların istegi üzerine, onu burda kalmaya ikna ede bilmiştim.
Burak ile oldukca az zaman geçirmeye çalışıyor olsamda, kendimi hep onun yanında buluyordum. Kendime bu yaptığım için ne kadar çok kızıyor olsamda, hislerime söz geçiremiyordum. Burak'ın yanında oluşumdan dolayı, Burak herşeyin eskisi gibi olacağına kendini inandırmaya çoktan başlamıştı bile. Kendini öyle bir inandırmıştı ki bu duruma, hastaneden çıktıktan sonra beraber yapacaklarımızı bana anlatıp duruyordu. Ben ise, anlattıklarının hiç bir zaman gerçek olmuyacagını ondan saklıyarak, onu sadece dinliyordum.
Bu yaptığım belki yanlıştı.. Ama şuan bu yanlışı düzeltmek için yapabilecek hiç birşeyim yoktu elimde..
Bebeklerimin durumuda gün geçtikçe iyiye gitmeye başlıyordu. İnanılmaz bir biçimde, kızımda babası gibi iyi olmaya başlamış ve böyle devam ederse, kısa bir zamanda kardeşi gibi onuda eve götüre bilecegimi söylemişti doktoru. Bunu duydugum anda mutluluktan havalara uçacak gibi olsamda, olmamıştı. Evet bu duruma herşeyden çok sevinmiştim ama.. Yinede deliler gibi mutlu olamıyordum.
Soguk havaya rağmen, dışarıda oturmuş, elimde tuttugum kahveye bakıyordum. Beynimde bin tane soru dönüp duruyor, istemedigim şeyleri düşünmemi sağlıyordu. Ama işte ne kadar çok onları düşünüyor olsamda, hiç birine istedigim gibi bir sonuç bulamamıştım.
"Seni bu kadar çok düşündüren seyi merak ettim."
Nazife anne yanıma gelip oturdugunda, bakışlarım hala elimdeki kahvede kilitliydi. Nazife anne ona bakmam için elini, elimin üstüne koymuşta bulunsa, bakışlarımı ona çevirmedim. Derin bir nefes aldığını duydum Nazife annenin. "Öykü," diye mırıldandığında Nazife anne, elimin üstündeki elini çekti. "Bana neler oldugunu anlatmak istermisin?"
"Ben," diye söze başladığımda, tam olarak neler oldugunu kendimde bilmedigim için "Bilmiyorum." dedim.
"Neyi bilmiyorsun?"
"Hiç birşey bilmiyorum." dedim bakışlarımı elimdeki kahveden çekip, Nazife anneye bakarken. "Mutlu olmam gerekirken, neden mutsuzum Nazife anne? Neden beni mutlu eden şeyler olurken, ben onların mutlulugunu yaşayamıyorum? Neden kendimi dünyanın en mutsuz insanı gibi hissetmeye devam ediyorum?"
Nazife annenin yüzünde bir tebessüm oluşurken "Geçmişin," dedi. "Sen hala geçmişte takılı kalmış, yaralı bir ceylansın Öykü."
Nazife annenin tam olarak ne demek istedigini anlamadığım için "Nasıl yani?" diye sordum. Nazife anne elimde hala tuttugum kahveyi, elimden alıp bir kenara koydu. Sonra ellerimi tutarak "Beni iyi dinle Öykü," dedi. Başımı olumlu anlamda sallarken "Tamam." dedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşk-ı Hicrân
Literatura KobiecaÖykü.. Aşk-ı'n Esaret'inin içinde kalmış, sahip oldukları ile, ordan bir şekilde çıkmaya çalışıyordu.. Bütün benliği ile içindeki Aşk-a karşı gelmeye çalışıyor.. Onu yok saymayı deniyordu.. Ama olmuyordu.. Çünkü bu Aşk-ı'n Esaret'i, onu Aşk-ı'n...