Bindiği büyük araba büyük bir kapının önünde durduğunda yeşil gözleri merakla döndü dışarı, ne büyük kapıydı bu böyle. Mustafa amcası arabadan inince o da açılan kapıdan inip onu takip etmişti. O büyük kapının açılma sesi nedense onu korkutmuştu, zaten ilk kez bu kadar büyük bir kapı görüyordu.
Kapıdan girdiğinde gözleri sonuna kadar açılmış, önünde yükselen eve şaşkınlıkla bakıyordu. Böyle bir evi ilk kez görüyordu, kendi köyünde en fazla 2 katlı eski evler vardı, o evlerin alt katıda genelde ahır oluyordu zaten. Ama bu ev kocamandı, çok büyük bir avlusu vardı ve ikinci kata çıkan 2 merdiveni vardı. Galiba 3 katlıydı, daha yukarısına bakamadan ona seslenen adamın peşinden gitti.
O merdivenlerden çıkıp ikinci kata gelmiş ve hala merakla bakan gözleri ile süzmüştü etrafını. Bu katta onun okulu kadar bir teras vardı ve birkaç tane de kapı vardı.
Mustafa amca onu o kapılardan birine doğru götürünce onu takip etti, babası da burada mıydı acaba. Mustafa amcası elini bırakıp üstünü düzelttiğinde o da kendi kıyafetlerine bakmıştı. Çok kirliydi. Sonra tekrar elini tutup kapıyı açarak içeri girdiğinde, Zümrüt' te peşinden girmişti.
İçeride çok güzel bir kadın vardı ve o girer girmez ayaklanıp ona doğru gelmiş, önünde çömelmişti.
" Hanım ağam bu zümrüt kızımızdır." Diyen Mustafa amcasına bakıp yine onu izleyen kadına döndü. Demek ki bu kadın Haşim ağanın karısıydı. Zümrüt sessiz kaldığında yaşlı adam da biraz eğilip eliyle Fatma hanımı gösterdi.
"Zümrüt bak bu Fatma hanım ağan."
Sadece gülümsedi Zümrüt. Konuşmak istemiyordum, tek istediği bir an önce anne ve babasını görmekti. Babası buradan mı alacaktı acaba? Sabırsız gözlerini kaldırıp Mustafa amcasına baktı. "Babam nerede?"
Küçük Zümrüt'ün sorusu iki yüreği de yakmıştı. Kahya sessiz kalırken Fatma hanım gülümsemeye çalışıp onun elini tuttu ve ayaklanıp kahyaya döndü. "Sen git, ağan seni bekliyordu."
"Emrin olur hanım ağam."
Fatma hanım tekrar Zümrüt' e bakıp gülümsedi. " Gel kızım, oturalım şöyle." Dediğinde Zümrüt' te gülümseyip onun oturduğu yere, hemen yanına oturmuştu. Fatma hanım bunu nasıl yapacağını bilmese de bir şekilde bu kıza anne babasının öldüğünü söylemeliydi.
" Güzel kızım babanın seni bıraktığı günü hatırlıyor musun?" diye sorduğunda Zümrüt yavaşça salladı başını. Çokta kaşınıyordu aslında, yine mi bitlenmişti acaba?
" Bak güzel kızım, beni iyi dinle. O gün köyünüze saldırmışlar, nasıl derim bilemem ama başın sağ olsun güzel kızım. Ama sanma ki benim kimsem yok. Bundan sonra sende benim kızımsın, çok iyi bakacağız sana..."
Hanım ağa konuşuyordu ama Zümrüt duyamıyordu, başın sağ olsun ne demekti? "Annem nerede?" Sesi kısık ve korku doluydu. "Babam ?"
Fatma hanım gözleri dolu dolu sarıldı Zümrüt' e. "Ah yavrum, kadersizim, onlar ölmüş güzel gözlüm..."
Yine duyamaz oldu kulakları. Elbette biliyordu ölümü, küçük olabilirdi ama ölümün ne demek olduğu ile yakın bir zamanda çok sevdiği köpekleri öldüğünde tanışmıştı. Ama olamazdı ki, olmazdı, babası bırakmazdı onu, daha söz verdiği gezmelere götürmemişti ki. Ya annesi, o nasıl ölürdü, anneler hani ölmezdi. Olmaz dedi içinden bin kez 'Beni almadan gidemezler, beni niye bıraktılar?' diye sayıkladı kendince.
Korku kapladı küçük yüreğini, kim geceleri saçlarını okşayıp uyutacaktı, kim onunla ağaca çıkacaktı, kim onu kollarından tutup çevirirdi, hiç mi gelmezdi anne babası? Kimse yapmaz mıydı artık bunları? Küçük bedenine bu acı büyük gelmişti, hem de çok büyük. Gözleri kararıyordu yine ama bu sefer başkaydı, hissediyordu. Hiç gücü kalmamış gibiydi. Göz kapakları yaşlarla dolmuş gözlerini örttüğünde içine çekildiği karanlığın sonunda anne babasını görmek tek isteğiydi.
Dışarıya kahya ile çıkan Haşim ağa, içeri odadan duyduğu karısının sesi ile hızla girmişti içeri. Peşinde kahyayla içeri girdiğinde Fatma hanımın korku ve endişe dolu gözleri ve kucağında baygın yatan küçük kızın gördü. İçindeki telaş daha da artmıştı şimdi. Yanına gidip onu kucaklarken karısı da hemen peşinden geliyor, bir yandan da ne olduğunu anlatmaya çalışıyordu.
" Anlattım, sonra kucağıma yığılıverdi. Ne yapacağız ağam?" dedi, neredeyse ağlayarak.
"Arabayı getirin, çabuk!"
"Hazır ağam."
Haşim ağa kucağında Zümrüt ile aşağı indiğinde kahya arabayı çoktan çalışır hale getirmiş, başka biri arka kapıyı açmıştı. Fatma hanımla arkaya binip hastanenin yolunu tuttuklarında Fatma hanım çoktan ağlamaya başlamıştı bile.
Hastaneye vardıklarında doktorlar kapıda onları bekliyordu, yoldayken haber vermiş hazır olmalarını istemişti. Hemen Zümrüt' ü içeri alan doktorların ardından koridorda endişeli bir bekleyiş başlamış oldu. Dakikalar birbirini kovalarken Fatma hanım dertli dertli yakınıyordu. O küçücük omuzlarına ne büyük acılar yüklemişlerdi öyle, nasıl toparlayacaklardı bu kızı bilmiyordu. O bunları düşünürken doktorda çıkmıştı.
" Zümrüt nasıl? "
Doktor, " Haşim bey durumu az çok dinledim çalışanınızdan. Öncelikle fiziksel olarak herhangi bir sorunu yok. Sadece biraz vitamin sorunu var, onu da ilaçlarını düzenli kullanırsa sorun olmaz. Tüm bunların dışında yaşadıklarını da göz önüne alırsak bundan sonra psikolojik bir yardım almanızı öneririm." Diyerek bitirdi sözlerini.
"Olur, yaparız. Ne zaman uyanır peki?"
" Biraz dinlensin, şu an uyuyor. Bir kişi girebilir içeri, siz isterseniz benimle gelin bundan sonra ki tedavi sürecini konuşalım."
Haşim ağa doktor ile giderken karısını Zümrüt' ün yanına göndermişti. Doktor ile yaptığı uzun konuşmadan sonra odaya geri döndüğünde karısını kapının dışında ağlarken buldu. "Ağlama artık, halledeceğiz."
Fatma hanım yaşlı gözleri ile kocasına bakıp başını salladı. "Ona ağlamıyorum ki."
" Ne oldu peki?"
"Ben içerideyken uyandı. Nasıl oldu anlamadım, bir anda saçlarını kaşımaya sonrada çekmeye başladı. Bit girmiş dedi, kesin dedi. Bağırdı durdu. Hemşire baktı, gerçekten bit girmiş. Ne dediysek ikna edemedik, kesin dedi başka bir şey demedi. Hemşire kesiyor içeride, o da ağladı durdu. Dayanamadım."
Haşim ağa duruma ne kadar üzülmüş de olsa belli etmedi, güçlü durmalıydı. Karısını kolundan tutup sandalyeye oturttuğunda hemen yanına oturdu. Aralarındaki sessiz bekleyişten sonra hemşire içeriden çıkmış, saçlarını tamamen kesip yıkadığını, onun tekrar uykuya daldığını söyleyip gitmişti. Bir süre sonra Fatma hanım aklına gelen eski anılarla kocasına döndü.
" Ağam hani hatırlıyor musun? İkizlere hamile kaldığımda nasıl mutlu olmuştuk. Belki biri kızdır diye?"
Hatırlamaz olur duydu hiç. O da Fatma hanımda bir kızları olmasını öyle çok istemiştik ki. Ama iki evlatları da erkekti. 3 oğlum olacaktı Mirhan ile beraber. İkizlerden sonra Fatma hanım yine hamile kalmış ancak 4. ayında kontrolde onunda erkek olduğunu öğrendikleri gün dönüş yolunda kaza yapmışlardı. O kazada Fatma hanım karnındaki bebeğini kaybederken bir daha hamile kalma olasılığını da kaybetmişti. Doktor bir daha çocuğunuzun olması çok zor dediğinde ikisi de çok yıpranmıştı o zamanlar. Çok şükür aslan gibi 3 oğlu vardı ama kız evladın yeri başkaydı. Kısmet değil demişti.
"Hatırladım"
" Bilirim, çok isterdin bir kızın olsun. Bende çok istedim sana bir kız doğurmayı ama kısmet değilmiş. Ben doğurmuş olmasam da artık Zümrüt var. Bak gör nasıl analık yapacağım ona, kimsesizliğini hiç hissetmeyecek. Ben bakacağım, ben büyüteceğim onu." dedi güzel yürekli kadın.
" Bende senin dediklerini isterim. Burada bizimle olsun, gözümüzün önünde büyüsün ama içimde hiç rahat değil, ağalar yarın öbür gün çıkıp gelirler."
"Ne yapacağız ağam? Vermeyeceğiz değil mi kızı? Bizim gibi bakamazlar ki."
Karısının korku dolu sesi içi burktu. Bir şekilde bir yolunu bulacaktı. Karısının kolundaki elinin üzerine kendi elini koyup güven verircesine sıktı. "Korkma. Kimse alamaz onu bizden. Ben bir yolunu elbet bulurum." Bulacaktı da.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Küçük Şeytan (Tamamlandı)
Tiểu Thuyết ChungHayatın ondan çaldıkları kadar verdikleri ile de yetinmeyi öğrenen, biraz deli, çokça zeki, yeri geldi mi çatlağın teki...Küçük bir şeytan işte.