Bazı sesler duyuyordu ama gözleri inatla açılmıyordu. O kadar yorgun hissediyordu ki bıraksalar günlerce uyuyabilirdi. Bilinci açık ancak gözleri hala kapalıyken bir kapının açılma sesini duydu önce, sonra biri koluna dokundu, burnuna daha önce bilmediği bir koku geldi ve bir süre sonra yine kapı sesi duydu. Zaten uykulu olan hali bunu bekliyormuş gibi tekrar kucakladı karanlığı.
Bir süre sonra zorlanarakta da olsa açmaya çalıştı gözlerini, her neredeyse etrafı karanlıktı ve sadece başının üstündeki küçük lamba açıktı. 'Neredeydim ben? Babam nerede?' diye geçirdi içinden. Neresiydi burası? Dışarıdadır belki diyerek kalkmaya çalıştı ama bir engel durdu hemen önünde. Kısık bakışları koluna takılan seruma kaydı, hastanede olduğunu anladı hemen. Burası sağlık ocağına hiç benzemiyordu çünkü.
Oldu olası sevmiyordu iğneleri, özellikle ona batanları. Okulda aşı yapılacağı zaman annesi az koşmamıştı peşinden. Kalktığı yere geri yattı yavaşça, o iğnenin oynaması bile ödünü koparıyordu o an. Babam nasılsa gelip alırdı beni sabah olunca diye düşünüp rahat yatağa bıraktı kendini. Bir süre sonra da yine uykuya dalmıştı zaten.
O içeride her şeyden habersiz yatarken bir yerlerde bu işin peşine düşenler, yitirilen canların ardından yasa boğulanlar vardı. Haşim Ulusoy Mardin' deki birçok büyük ailenin, diğer adıyla aşiretlerin başında duran kişiydi. Sahip olduğu zenginlik ve toprakları yıllarca en iyi şekilde idare etmiş, asla kimsenin hakkını yememişti. Saygı görülmesinin yanında hem kendi aşiretine mensup kişilerce hem de diğerleri tarafından oldukça sevilen biriydi. Sözünün üstüne söz söylenmez, her dediği nasılsa en iyisini o bilir, en doğrusunu o yapar diye düşünülerek kabul görüyordu. Öyleydi de, babacan bir adamdı. Dostuna kardeş, düşmanına Azrail olurdu.
O kara haberin geleceği gün, sabah 2 oğlu ve karısı ile ailecek kahvaltı yaparken kâhyanın hızlı ve telaşlı adımlarla onlara doğru geldiğini gördüğünde anlamıştı gelecek olan haberin hayırlı olmadığını. Yine de bir umut sordu.
" Hayırdır kahya" Yüzündeki tedirginlik hoşuma gitmemişti.
Kâhya, " Ağam Mardin çıkışına yakın bize bağlı bir köye saldırmış kansızlar. Daha önce köye inip isteklerde bulunmuşlar, lakin köylüler vermemiş hiçbir şey. Bilirsin daha 6 ay önce şehit çıktı o köyden, köy nüfusu zaten toplam 116 kişi. Köyün yarısından fazlası çalışmaya, Çukurova' ya gitmiş. Köyde de sadece 5-6 hane kalmış. Dün akşam da..."
O sustuğunda derin bir nefes aldı yaşlı adam. Bakışları gözleri dolan karısında ve merakla bakan oğullarında gezinince yerinden kalkıp kâhya ile uzaklaştı oradan. " Yapmamışlar de kâhya"
" Maalesef ağam, kim var kim yok öldürmüşler. Ben haber alır almaz bizim adamları yolladım. Bende iznin olursa gideceğim şimdi."
Öfkeyle karardı yüzü, giden her canda yüreği yanardı yaşlı adamın. Bitmiyordu, gözleri doymuyordu şerefsizlerin. " Allah onların belasını versin. Git kâhya, yapılacak bir şey varsa yap, bana da haber et."
" Tamam ağam. İzninle"
Kâhya giderken aklında sadece o masum insanlar vardı. Nefesi kesilir gibi olunca yanı başında biten hanımı Fatma su uzattı hemen, " Su iç ağam, dua edelim de kurtulan vardır inşallah." Derken onun da yüreği yanıyordu.
" İnşallah Fatma, inşallah"
Büyük bir karmaşa hâkimdi küçük köyde, bir yanda askerler, bir yanda taşınan cenazeler. Kâhya komutan ile konuşup her yardıma açık olduklarını söylemiş, yardım için elinden geleni yapmıştı. Oradan ayrılıp ağasının içinde olduğu arabaya yaklaştı, daha fazla bakmayı yüreği kaldırmayan adam arabasında oturuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Küçük Şeytan (Tamamlandı)
Ficción GeneralHayatın ondan çaldıkları kadar verdikleri ile de yetinmeyi öğrenen, biraz deli, çokça zeki, yeri geldi mi çatlağın teki...Küçük bir şeytan işte.