"Ne demek oluyor bu?" Diye sordu Yoongi. Kahvaltı sırasında gelen Jisoo'dan atkıyı almış ve onu yolcu ettikten sonra, masaya geri oturmuştu. Kahvaltı bittikten sonra odasına giden Namjoon'u takip etmişti.
"Anlamadım." Dedi Namjoon. Sabah acele ile çıktığı için yatağını toplamaya fırsat bulamamıştı. Yatağındaki nevresimleri düzeltiyordu.
"Neyi anlamadın? Biz sabah sana nereye gittin diye sorduğumuzda ne cevap vermiştin, bir hatırla istersen." Dedi Yoongi. Kollarını birbirine kavuşturmuş, kapalı olan kapıya dayanmıştı. Biri kapıyı açacak olsa kesinlikle düşerdi.
"Şey, o mu? Jisoo'yu bıraktım demiştim. Yalan mı söylüyorum yani?" Diye sordu. Hemen savunma mekanizması harekete geçmişti ve bundan memnun olmamıştı Namjoon. Elleri birbirine dolanmış, devam etmekte olduğu işi eline yüzüne bulaştırmıştı.
"Yalan söylüyorsun. Bunu yapmaktan zerre hoşlanmıyorum Joon, ama bana anlatmak zorundasın. Ne saklıyorsun?" Diye sordu Yoongi.
Namjoon vücudunun verdiği tepkilere lanetler okurken buldu kendini. Birine bu kadar kolay yakalamayı elbet tahmin etmiyordu, bu çok anı olmuştu. Namjoon'un düşünecek boş bir anı bile olmamıştı. Elindeki pikeyi katlarken, yatağının yanındaki sehpanın üzerinde bulunan eşyaları yerle bir ettiğinde sinirle solumuştu. "Bir şey sakladığım falan yok benim." Dedi.
"Bak beni hafife alma. Seni iyi tanıyorum. Şu anda tam da savunmaya geçen insanın gösterdiği davranışları sergiliyorsun. Suçluluk psikolojisi yani. Beni uğraştırma, anlat Namjoon." Dediğinde yatağın önünden yürüyüp, çalışma masasına oturmuştu Yoongi.
Namjoon elindeki pikeyi yatağına bıraktı ve yere devirdiği şeyleri toplamaya başlamıştı. Ellerinin titremesi sehpanın üzerine koyduğu her şeyin tekrar yerle bir olmasına sebep oluyordu. Sinirle bor nefes verdikten sonra Yoongi'nin karşısına, yatağının ayak ucuna oturdu. "Söyleyecek olduğum şeyi saklamak zorundasın tamam mı? En azından bir çıkış yolu bulana kadar." Dedi Namjoon. Ellerini birbirine kenetlemişti.
Gergin bir nefes veren Yoongi, olumlu anlamda kafasını sallamıştı. Ama bu Namjoon'a yeterli gelmemişti. "Yoongi, ciddiyim. Hoseok'a bile söyleyemezsin. Söz ver bana."
"Tamam dedim ya. Daha neyini zorluyorsun? Anlat." Dedi Yoongi. O da sinirli bir şekilde vermişti nefesini.
"Pekala, ev sahibi, yani Sunkyu, Jin'in büyükannesi. Fotoğrafta gördüğümüz genç, Jin'in babası." Dedi Namjoon. Aynı zamanda arkadaşının küçük gözlerine bakıyordu. O kadar küçük bir göz nasıl kocaman açılır onu merak ediyordu.
Yoongi ise açabildiği kadar gözlerini açmış, şaşkınlıkla arkadaşına bakıyordu. Bunu duymayi beklemiyordu. Daha çok duymayi beklediği şey Jisoo ile gizli bir ilişki yürütmeye başlamış olması falandı. Bu ona çok ağır gelmişti.
Duyduklarını hazm etmesi dakikalar sürdükten sonra konuştu. Sesi fısıltıdan fazla çıkmamıştı. Tıpkı Namjoo gibi. "Ne? Sen ne dediğinin farkında mısın? Saçmalık." Dediğinde alaycı bir gülümseme bırakmıştı.
"Evet gayet farkındayım. Gece uyuyamadım. Içimizden birine zarar gelmesi ihtimali kavurdu beni. Sabahı nasıl ettim bilmiyorum. Fotoğrafı aldığım gibi Jisoolara gittim. Kadının halini görmen lazımdı. Ben de şok oldum." Dedi Namjoon. Artık arkadaşının gözlerine bakmıyor, gözlerinin önüne gelen yaşlı kadının acınası halini görüyordu.
"Bekle, o zaman bu evi tutmamız, paketin bırakılması falan hepsini kadın mı planlamış?" Diye sordu Yoongi. Duyduklarının şokunu Namjoon'a göre daha kolay atlatmıştı.
"Asıl tuhaf olan taraf bu. Kadının bunlardan haberi yok. O Jin'e söylemeyi bile düşünmüyor. Biri bunu planlamış ama bu o yaşlı kadın değil." Dedi Namjoon. Kendi gibi sesi de kendinden emin çıkmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FRIENDS🦋🍀🌈
FanficOnlar kimsenin birbirine yakın olmadığı kadar yakın olan arkadaşlardı. Ya da öyle sanıyorlardı. Birbirlerine hissettikleri dostluktan da ötede olmalıydı. Onlar lisede tanışmış ve birbilerine kenetlenmiş 7 adamlardı. Hepsinin kendine ait problemler...