60.bölüm

1.6K 87 163
                                    

Akşam olmak üzereydi. Havadaki güneş kendini bulutların arkasına gizlemişti. Mavi gök yüzü kararmadan önce, şehrin üzerine son kıyağını yapmaktaydı. Mavinin, pembe ile olan uyumu gözle görülmeye değer bir güzellik sergiliyordu. Bulutların arkasına girmişti batmadan önce güneş. Halinden memnun gibiydi. Gün boyunca şehri ısıttığı için gururlu bir ifade vardı üzerinde. Hali ile yorulmuş ve kendine dinlenmek için zaman ayırmıştı.

Günler günleri kovalıyorken ayrılık zamanı çok çabuk gelmişti evdekilerin üzerine. Hiç kimse zamanın bu kadar hızlı geçeceğini düşünmemişti. Zaman suyun hızına yetişmiş gibiydi. Onu ne yakalayan vardı ne de tutmak için çabalayan. Ayrılığa sadece saatler kala evin içinde tatlı bir telaş vardı. Tatlı telaşın yanında yüreklerin üzerine oturmuş bir hüzün vardı. Ayrılığın ayak sesleri kulaklara doğru dolarken, kimsenin bu ayrılığa karşı koyacak hali yoktu.

Yüreklerin üzerindeki ağırlık günler öncesinde hissettirmeye başlamıştı kendini zaten. Bugün ise tüm yandaşlarını toplayıp gelmiş gibi kurulmuştu zayıf yüreklerin üzerine. Kalkmaya niyeti yoktu. Uzun zaman orada kalacaktı. Nefesini sürekli diğerlerinin ensesinde hissettirecekti. Boşluk ilk başta pek belli olmayacaktı. Kendi hallerindeyken yakalayacaktı en çok boşluk onları. Dudaklardan dökülen rastgele isimler, gözlerden de sicimlerin dökülmesine sebep olacaktı.

Bu büyük aile bu kadar büyük bir ayrılık yaşamamıştı hiçbir zaman. Hayatlarına girip çıkan bir sürü insan olmuştu. Gidenlerin ardı hep dolmuştu. Ama bu boşluk öyle doldurulacak cinsten değildi. Doldurulamazdı. Kimse ailesinin yerine bir başkasını koyamazdı. Kimse kardeşinin yatağında yabancı birinin yatmasına izin vermezdi. Kimse onların yerini dolduracak birinin hayatlarına girmesine müsaade etmezdi.

Jimin koşar adımlar ile indi merdivenden. Kim bilir belki de en son inişiydi. Bunu bilmeden atıyordu adımlarını fütursuzca. ''Jungkook nerede? Daha gelmedi mi?'' diye sordu. Bavullarını hazırlarken eksik bir şeylerin olduğunu fark etmişti. Başka bir ülkede ne ile karşılaşacaklarını bilmedikleri için tüm eksikliklerini buradan tamamlamaya çalışıyorlardı. Eksik olan şeyleri alması için sevgilisini dışarıya yollamıştı.

''Hayır henüz gelmedi.'' Dedi Tae. Önüne konan soğanı doğramak için şekilden şekle giriyordu. Ama bütün bir soğana ettiği eziyetten habersizdi. Zavallı soğan hıncını Tae'nin gözlerini yaşartarak alıyordu. Oysa ki Tae, soğanın günahına girmek istememiş sadece sevgilisine yardım etmek istemişti.

''Ne demek gelmedi ya? Kaç saat oldu gideli, daha gelip kıyafetlerini koyacak.'' Dedi Jimin. İsyan ile hızla indiği merdivenlere geri tırmanmaya başlamıştı.

Hobi onun sesi ile ayakta yaşadığı uykusundan uyanmıştı. Günlerdir gelen ani ağlama krizleri ile karşı karşıya kalıyordu. Uyuyamıyor ve bu yüzden uyanık olduğu anlarda hayalet gibi dolanıyordu evin içinde. Arkadaşlarının gidişi en çok onu etkilemiş gibi görünüyordu. Bu durumdan en çok rahatsız olan kesinlikle oydu. Jimin'in sesini duyunca kafasını iki yana sallamış ve hazırladığı saklama kaplarını almıştı eline. Hızla arkadaşına yürümüştü. ''Dur, şunları da koy. Orada yemek yiyemezsiniz. En azından birkaç gün idare eder sizi.''

Jimin arkadaşının bu çabasına hayrandı. Arkasına doğru döndü yavaşça. Arkadaşının elindeki kaplara baktı. Buruk bir şekilde gülümsedi. O da isterdi hazırlanan her şeyi götürmeyi. Ama acı bir gerçek vardı ortada. Yadsınamayacak bir gerçek. ''Hobişim, uçakta kilo sınırı var. Biliyorsun değil mi? Bunları da alamam yanıma. Zaten çoktan 20 kiloya ulaştım.'' Dedi.

Hobi aklına gelen şey ile elindeki kaplara baktı. Biliyordu elbet. Bunları götüremeyecek kadar fazlaydı eşyaları. Buruk bir şekilde gülümsedi. ''Bir şeyleri çıkartın ve koyun bunları. O kadar kıyafet almak zorunda değilsin yanına. Oradan alırsın yenilerini.'' Dedi Hobi.

FRIENDS🦋🍀🌈Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin