Gece yıldızlarına bürünmüştü. Gecenin güzelliğine eşlik ediyorlardı sanki. Dolunayın yanına en çok yakışan, çokça parlayan yıldızlar olmuştu. Havadaki küçük esinti, daha saatler öncesi kopan fırtınanın sertliğini unutturmaya ant içmiş gibi hafif hafif salınıyordu. Gece o kadar güzeldi ki, gökyüzü sanki ilk kez bu kadar parlıyordu. Tüm kötülüklerden arınmış gibiydi. Gece her şeyin üzerini örtmüştü. Tüm kirli olanlar kaybolmuş, sanki iyilik parlıyor gibiydi.
Az önce fırtınalar kopan deniz oldukça sakin görünüyordu. Tarihin en büyük gemisi, tanrının bile batıramaz dediğin titanik gemisi gibi, karanlık ve soğuk sulara karışmıştı ülkenin en büyük imparatoru. Karanlık suların titaniği yutmasının ardından kavuştuğu gibi bir sessizlik vardı. Suya gömülen her şey birer birer buz tutarken, dinleyen herkesin kalbi de buz tutmuş gibiydi. Hikayeye eşlik edenlerin kanlarını dondurmuştu bu çöküş. Ama diğer yandan umut vardı. Karanlık ve soğuk suların üzerinde salınan dolunay gibi büyük bir umut vardı. Onun aydınlatması hayatta kalanlara umut sağlıyordu. Kurtulanlar o umudun ışığı sayesinde kurtuluşa erecekleri günü bekliyorlardı.
Jisoo perdeyi kapattı. Salonun ortasına doğru yürürken, sehpanın üzerine gelişi güzel attığı telefonu eline almıştı. Hâlâ kapalı tutma gibi bir karar almışlardı. Daha kimse telefonu açmak gibi bir cesaretin içinde değildi.
Yoongi kafasını koltuğa koymuş bir şekilde gözlerini kapatmıştı. Yüzü tavana dönük olsa da yapılan hareketlerden sanki her şeyi görüyor gibiydi. Sesi kısık bir şekilde sordu. "Gitmediler mi hala?"
Elindeki tepsi ile salona giren Hobi, sehpaya bıraktı tepsiyi. Üzerindeki kahveleri tek tek salonda oturanlara uzatırken konuştu. "Birkaç gün gideceklerini düşünmüyorum. Evimin önünü kamp alanına çevirmezler umarım."
Ona uzatılan bardağı aldı Namjoon. Boynundaki düğmeleri açmış boynunu serbest bırakmıştı. Sabahtan beri aynı takım elbisesi içinde olmak onu sıkmaya devam etse de değiştirmek için güç bulamıyordu üzerinde. Bir şekilde toplantı salonundan ayrılmışlardı. Bu konuda abisinin hakkını yiyemezdi Namjoon. Abisinin kendini ve arkadaşlarını koruyor olması büyük bir şaşkınlık oluşturmuştu onda. Abisi öğrendiği gerçek ile yıkılmıştı. Ama onun da bir çocuğu vardı. Hem de bir kız çocuğu. Namjoon daha haberi olmadan amca olmuştu bile. Abisi aynı şeylerin kendi kızının başına geldiğini düşünmüştü. Her insanın hissedeceği gibi deliyor gibi hissetmişti. Bunu yapan adam kendi babası olsa bile, bunu hoş karşılayacak değildi. Bugüne kadar babasının yaptıklarını görmezden gelemezdi. Babasının dağıttıklarını toplayacaktı. Bu yüzden kardeşi ve ona yardımcı olan arkadaşlarını güvenli bir şekilde evlerine ulaşmasını sağlamıştı. Derin bir nefes verdikten sonra konuştu. "Hayır, daha ne öğreneceklerse, zaten her şeyi anlatmadım mı?"
Jin yukarıdan inerken konuşmuştu. Üzerine yapışan kıyafetler kurtulduktan sonra kendi oldukça rahat hissediyordu. Üzerinde oluşan rahatlık sadece kıyafetlerini çıkarmasından kaynaklı değildi. Artık rahat bir nefes alacaklardı. Artık sokakta arkasına bakmadan yürüyebilecekti. Biri izliyor korkusu ile atmayacaktı adımlarını artık. Kendi ailesine yapılanların intikamını almıştı. Gerçek ailesinin üzerine kabus gibi çöken yaşlı adamın üzerine dolu olup yağmıştı. Daha ötesi var mıydı? "Boşuna stres yapıyorsunuz."
Jisoo elindeki telefona bakarken konuşmuştu. Salınık saçlarını kafasının en tepesinde topuz yapmış, küçük bir lastik toka yardımı ile tutturmuştu. "Telefonları ne zaman açacağız?"
Namjoon sevgilisine cevap vermek için ondan tarafa dönmeye karar vermişti ki, merdivenleri bitiren Jin evin kapısına doğru yürümeye başlamıştı. Onu durdurmak için ayağa kalktığında Jin çoktan bahçeye adımını atmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FRIENDS🦋🍀🌈
FanfictionOnlar kimsenin birbirine yakın olmadığı kadar yakın olan arkadaşlardı. Ya da öyle sanıyorlardı. Birbirlerine hissettikleri dostluktan da ötede olmalıydı. Onlar lisede tanışmış ve birbilerine kenetlenmiş 7 adamlardı. Hepsinin kendine ait problemler...