Öncelikle teşekkür ederek giriş yapmak istiyorum. Düne kadar 20 okunması olan kitabım bugün 200lü sayılara ulaştı. İnsanlık için küçük, benim için büyük bir şey.:) Bu artışın sebebini merak ettim, biraz uğraş sonucunda sıkı bir Erkenci Kuş izleyicisi olduklarını fark ettiğim canyamanfcs ve thecanyaman adlı kullanıcıların twitter hesaplarında hikayemi çok beğendiklerini söyleyerek paylaştıklarını gördüm. Kendilerine buradan teşekkürlerimi iletiyorum.
Bu arada, gerek yabancı izleyicilerin gerek Türk izleyicilerin diziden beklentilerini twitter ve instagram üzerinden takip ediyorum. Elimden geldiğince o istekler doğrultusunda yazacağım. Umarım beğenirsiniz. Tekrardan, kitabımı okuyan ve oylayan herkese çok teşekkür ederim. Yorum da bırakırsanız güzel bir iletişimimiz olur diye düşünüyorum.:) (Twitter hesabı açtım. yildizcehennemi kullanıcı adıyla twitterda olacağım.)
-
Can varken de onu görüyorum, yokken de. Dışarıya çıkıyorum, Can. Eve geliyorum, Can. Gökyüzüne bakıyorum, Can. Gözlerimi kapatıyorum, Can. Yanımda yokken bile onun varlığını hissediyorum. Öpüşünü.. Koklayışını.. Kelimelerim tükeniyor bazen. Yazamıyorum. Söyleyemiyorum. Konuşamıyorum. Sonra birden o ses yankılanıyor zihnimde: "Gerçekten sevsen, gitmezdin..."
-
Onu görüşümün üstünden iki gün geçmişti. 48 saat, dile kolay. Onsuz geçen bir yıldan daha uzundu sanki. Kendimi o iki günün ardından dışarıya zorlukla attım. Sahilde ufak bir yürüyüş yapmak, zihnimi boşaltmak istiyordum. Rüzgar saçlarımın arasından geçerken yüzümdeki tebessüme engel olamadım. Denizin kokusu, çok güzeldi. Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm... Başımı çevirdiğim an kilitlendim. Oydu. Oradaydı. Tüm yalnızlığıyla teknesinin içindeydi. Boş gözlerle denizi izliyordu. Ayaklarım geri geri giderken o da başını çevirdi. Gözlerimiz birbirleriyle buluştuğu andan itibaren kilitlenmiştik birbirimize. Gidecek miydim? Kalacak mıydım? O an verilecek en zor karar, buydu benim için. Ya gözlerimi ondan ayıracaktım, ya da koşup sarılacaktım. Saniyeler boyu birbirine değen gözlerimiz bir an olsun ayrılmadı birbirinden. Ben ona yaklaşmaktan korktukça o bana doğru geliyor gibiydi. Hayır, gibi değildi. Bana geliyordu. Her adımında kalbim yerinden çıkacak gibi oluyordu. Yanıma ulaştığında güçlükle ayırdım gözlerimi. O ise bunu kabullenmek yerine elimi tuttu. Şu an.. Tam şu an.. Zaman dursa bunu asla yadırgamazdım. Mutlu değildim ama bunca zamandır bulamadığım huzuru bulmuş gibiydim. Gözümden firar eden o tek damla yaşı yakalayıp avcuna hapsettiği an anladım; ne olursa olsun benden vazgeçmeyecekti. O her zaman eşine sadık bir Albatros olarak kalacaktı. Peki ya ben? Ona sadık kalabilen bir Anka olabilecek miydim? Yoksa ölümünü hissettiği her an küllerinden doğan bir Anka olarak mı kalacaktım?
-
Gözyaşları içinde uyandığım bu rüyanın gerçek olmasını diledim. Uyandığım andan itibaren gözüme bir an bile uyku girmeyecek, biliyorum. Ama belki, belki rüyada bile olsa onu görebilmenin mutluluğunu yaşamalıydım. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra bir hırka giyip dışarıya çıktım. Hava bugün güzeldi. Hafif bir rüzgar esintisi ile güneş, muhteşem bir ahenk içinde baharı getirmişti. Kulaklığımı takıp dalga sesleri eşliğinde sahilde yürürken daha önce yaşadığımı hissettiğim bir an yaşandı. Can, oradaydı. Yanımda biri olsa beni cimdiklemesini söylerdim ama bu sefer rüya değildi, emindim. Ama beklemeyecektim. O beni görmeden gidecektim. Son bir kez hasret kaldığım çehresine bakıp arkamı döndüm. Ama tuhaf olan bir şey vardı. Bana yaklaşıyor gibiydi. Hissediyordum. Belki de hissetmek istiyordum, bilmiyorum. Bu sefer nefesi gerçekten enseme vuruyordu, nefesinin sıcaklığını hissediyordum. Bu kadar yakınlık bana fazlaydı. Özlediğim hisler depreşiyordu ve bu durum beni gerçekten yaralıyordu. Gitmem gerekiyordu. Gitmezsem, eğer kalırsam ona sımsıkı sarılacaktım ve o beni bırakana kadar ondan ayrılamayacaktım, bunu biliyordum. İleriye doğru birkaç adım attım, her adım aramıza kilometrelerce mesafe koyuyor gibiydi ama buna mecburdum. Ben uzaklaştıkça kalbim isyan ediyordu, kal diyordu. Tam o an, arkamdan bir ses yükseldi. Tınısını sevdiğim, hayran olduğum bir ses... "Onun sevgisi kadar sonsuz, onun bakışları kadar derin, onun dokunuşu kadar yoğun, onun sözleri kadar etkili hiçbir şey yok üzerimde. Ya o, ya hiç. Yeter ki sevsin beni. Bir tek o baksın, bir tek o sevsin, bir tek o dokunsun..." Tanıdık gelen bu cümlelerin sahibi şüphesiz ki bendim. O.. Okumuştu. Okumadığını düşünmüş, hatta bu yüzden ona içten içe kırılmış ve kızmıştım. Oysaki o, defterimi okumuştu. Aramızda geçenleri döktüğüm o defteri okumuştu. Saniyeler içinde arkamı döndüğümde onun bakışlarıyla karşılaştım. Kalbim yerinden çıkacak gibi olmuştu. Madem okumuştu, neden ondan tek bir cümle söylemesini istediğimde bana susmuştu? Neden benimle konuşmak istememişti? Ona güvenmediğimi düşündüğü için miydi? Ya da gerçekten güvenmediğim için mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zümrüdüanka ile Albatros
Fanfictionİki insanın bir araya gelmesi o kadar çok şeyi anlatır ki. Mesela bir insana malını verebilirsin, mülkünü, paranı ve hatta bedenini bile. Mühim olan nedir? Mühim olan bütün bunlar bir yana; kalbini verebilmektir, aşkını verebilmektir. Verdiğin beden...