"Sevgilim ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim
Elimde uçuk mavi bir kalem cebimde iki paket sigara
Hayatımız geçiyor gözlerimin önünden
Çıkıp gitmelerimiz, su içmelerimiz, öpüştüklerimiz
''Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz''.
Çiçekler, çiçekler, su verdim bu sabah çiçeklere
O gülün yüzü gülmüyor sensiz..."•Cemal Süreya
-
Telefondan gelen yere düşme sesi içimde bir huzursuzluğa sebebiyet verdi. "Sanem!" diyerek defalarca seslenmeme rağmen ses yoktu. Düşündüğüm şey olmamalıydı. Telefonu kapattıktan hemen sonra dakikalar içinde Sanem'in evine gittim. Bir karmaşa var gibiydi. İçeriye girdim. "Sanem?" Mevkıbe teyze ile göz göze geldik. Bakışları öyle çok suçlayıcıydı ki... "Sanem nerede? İyi mi?" dediğimde kaşlarını çattı. "Hastanede Sanem, hastanede. Biz gidiyoruz, sen hiç gelme boşuna." Sanem'i asla bırakamazdım, gitmeliydim. "Ben de geliyorum, Sanem'i bırakmam."
Hastaneye gittiğimizde Sanem'in yanına kısa bir süreliğine kimsenin girmeyeceğini söylediler. Bu nedenle çokça endişelensem de sakin olmaya çalışıyordum. Yarım saate yakın bir süre geçtikten sonra doktor yanımıza geldi. "Sanem hanım sadece Can beyi görmek istiyor, zaten sadece bir kişi alabiliriz yanına." dediğinde içim biraz rahatlamıştı. Hiç beklemeden Sanem'in yanına girdim.
"Sanem, iyi misin?" Elini tuttum. "Çok korkuttun beni."
Derin bir nefes aldı. "İyiyim," dedi, güçlükle konuşuyor gibiydi. "Yorgun düşmüşüm sadece." Eline öpücük kondurdum. Tam o sırada odanın kapısı açıldı. Kapıdan içeriye Yiğit girdi. Sanem yanımdaydı , bu yüzden onu üzecek veya huzursuz edecek tek bir şey yapmak istemiyordum. Sakin olmalıydım. Sanem'in saçını okşadım. "Dinlen, istersen uyu biraz daha."
O sırada Yiğit araya girdi. "Sen ne yüzle gelip Sanem'in yanında duruyorsun? Ne yüzle ona destek oluyorsun?" Sinirlenmemeliydim.
"Sanem şu an iyi değil, git."
"Şimdi mi geldi aklına Sanem'in iyi olmadığı? Bir yıl boyunca ne aradın ne sordun, bayılınca mı aklına geldi de gelip ona destek olmaya çalışıyorsun?" Bu adam gerçekten daha da haddini bilmez olmuştu.
"Sanem var diye sessiz kalıyorum. Şimdi git, hıncını daha sonra alırsın." Benden beklediği sert tepkiyi alamamıştı, bu onun sinirini bozmuş olmalı ki odadan çıktı.
Sanem'e baktım. Rengi gerçekten solmuş görünüyordu. Açıkçası Mevkıbe teyze ve Nihat amcadan çekiniyor olmasam Sanem'i alıp tekneye götürürdüm ve onunla sadece ben ilgilenirdim. Ama bu bir süre mümkün olmayacaktı, bu gayet açıktı.
"Hadi sen biraz daha dinlen. Akşam evine götürürler seni, ben de bir ara gelip bakarım sana."
"Sen götür, sen yanımda dur. Ben şu an senden başka kimseyi yanımda istemiyorum Can. Sadece sen yanımda ol istiyorum." Ben de bunu istiyorum sevgilim. Ama annenlerin bana karşı tutumları böyleyken bunu yapmama izin vermeyecekler, bunu biliyorum. Ne yazık ki sana bunu söyleyemem.
"Tamam, ben yanındayım senin." Saçını okşadım, öptüm. Uyudu...
-
Mevkıbe teyze ve Nihat amca Yiğit hastaneye geldiğinde onu sapasağlam yürürken gördükleri için, bana olan inançları artmış olmalı ki Sanem'i evine bırakmama izin vermişlerdi. Akşama doğru Sanem'i alıp onun evine geldik. Sanem'i yatağına yatırdıktan sonra üstünü örttüm. İlaçların etkisiyle mışıl mışıl uyuyordu. Yüzünden pek anlaşılmasa da huzursuz bir uyku içerisinde olduğu bariz belliydi. Göz kapağına öpücük kondurdum ve odadan çıktım. Mevkıbe teyze ve Nihat amca bana bakıyorlardı, son zamanlardaki nefret dolu bakışlardı bunlar. Bir şey demeden -diyemeden- dışarıya çıktım. Şimdi yapmam gereken bir şey vardı. Annemin yanına gitmeliydim ve bütün yaşananların hesabını sormalıydım. Çocukluğumu onun yokluğuyla, travmalarla dolu geçirmiş olmama rağmen onu affetmiştim -ben bile bunun nasıl olduğunu anlamamıştım- ama bu sefer bu yaptıklarını affetmeyecektim.
Annemin evine vardım ve zile bastım. Kapıyı açtı. Beni görür görmez sarıldı. "Can, oğlum. Sonunda anneni görmeye geldin, bir an beni unuttun sanmıştım." Hala nasıl hiçbir şey olmamış gibi davranabiliyordu?
"Nasıl yaptın," dedim soğukkanlılıkla. "Bunu kendi öz oğluna nasıl yaptın? Bir anne kendi çocuğuna bunu nasıl yapar, nasıl? O Yiğit denen adamla işbirliği yaptın ve koca bir sene boyunca, hatta belki de daha fazla bir süre boyunca bize oyun oynadınız. Hiç mi kalbin acımadı, aslında şimdi fark ettim de, acıyacak bir kalbin var mıydı senin?" Yüzüme bakıyordu sadece. Başka bir şey yapmıyordu. Ne kendini affettirmeye çalışıyordu, ne de klişe olan "düşündüğün gibi değil" cümlesini kuruyordu. Böylesi daha iyiydi. Bu yaşıma kadar annesiz gelmiştim, bundan sonra da annem olmadan yaşayabilirdim. "Bundan sonra Can diye bir oğlun yok senin, bunu böyle bil." deyip dışarıya çıktım. İçim biraz olsun rahatlamıştı.
-
Güneş kıpkırmızı haline bürünmüş, tüm güzelliğiyle batıyor ve yerini aya teslim ediyordu. Kendime gelmiştim, ilaçlarımı aldığım için olmalıydı. Annemler ve Deniz ne kadar ısrar etse de dinlememiştim ve dışarıya çıkmıştım. Can'ın yanına gitmek için... Tekneye vardığımda içeriye girdim. "Can," dedim. "Ben geldim." Dağılmış saçlarıyla yanıma geldi.
"Sanem, senin dinlenmen lazımdı neden kalktın hemen?"
"Sıkıldım, sen olmayınca sıkılıyorum."
"Arasaydın ben gelir alırdım seni, dışarıya çıkarırdım. Hem yorulmamış olurdun da."
"Olsun, biraz hava almış oldum. Endişelenme benim için, ben iyiyim." derken tekrar Yiğit'in sesi duyuldu. Bağırıyordu.
"Can! Çık dışarıya!" Can ile eş zamanlı olarak başımızı çevirdik. Teknenin önüne gelmişti.
"Sanem sen otur, ben halledeceğim." Dedikten sonra dışarıya çıktı. Ancak bu dediğini yapamazdım çünkü onları yalnız bırakmak çok tehlikeli bir şey olurdu. Can'ın peşinden dışarıya çıktım.
"Anlamıyorum hala nasıl bu adamın yanında durabiliyorsun? Seni onca zaman yalnız bıraktı ama hiçbir şey olmamış gibi kaldığınız yerden devam ediyorsunuz." Bu sözleri duyan Can'ın gerildiğini ve sinirlendiğini görebiliyordum, hissedebiliyordum.
"Yiğit, bizi rahat bırak. Biz mutluyuz ve farkındaysan en önemlisi Sanem çok mutlu. Benimle olmak ona iyi geliyor. Ne bekliyordun, seninle olmasını mı?" Tahmin ettiğimden daha sakindi.
"Mutlu mu? Buradan bakınca Sanem pek mutlu görünmüyor, sen emin misin mutlu olduğuna?" Ne saçmalıyordu?
"Yiğit, daha fazla sinirlendirme beni. Bizi rahat bırak ve yalanlarla ve oyunlarla dolu deliğine geri dön." dedi. Elim titriyordu. Kendimi yine bitkin hissediyordum.
Bağırdı. "Şu kızın haline bak! Senin yüzünden kliniklerde yattı günlerce. Senin yüzünden ilaç kullanıyor. Sanem'in ne kadar bitkin olduğunu göremeyecek kadar kör olamazsın Can Divit!" Nefesim sıklaşıyordu yine ve gerçekten engel olamıyordum, kendimi dizginleyemiyordum.
Can fark etmiş olmalı ki bana döndü. Titreyen elimi tuttu. "Yiğit, Sanem seni burada istemiyor. Bizi yalnız bırak ve bir daha karşımıza çıkma." Bitkin halimle Can'ı onayladım. "Ben sadece Can'ı istiyorum, seni istemiyorum. Git Yiğit." dediğimde Yiğit'in çatık olan kaşları gevşedi ve o an hiç düşünmeden arkasını dönüp gitti.
İçimdeki hüznü durduramıyordum. Ağlama isteğini bastıramıyordum. Daha fazla dayanamayıp ağlayarak yere çöktüm. Can da yanıma çöktü. "Sanem sakin ol, geçti ben buradayım." Sesi o kadar boğuk geliyordu ki... Saçlarımı omzumdan geriye doğru attı. Yineledi. "Sanem lütfen sakin ol, hadi." Durduramıyordum. İçimdeki duygular o kadar karışmıştı ki, ağlarsam her şey düzelecek gibi geliyordu. Can hala elimi sımsıkı tutuyordu, hiç bırakmayacakmışcasına. Başımı göğsüne yasladı beni dizginlemek, rahatlatmak için. Hıçkırarak ağlıyordum ve Can ne yapsa engel olamıyordu. Kısa bir anlığına kendimi Can'ın yerine koyunca ne kadar zor bir durum olduğunu fark ettim. Kalbimin sesini dinleyip Can'a döndüm. Ağlamaktan buğulanmış gözlerimin seçebildiği ilk şey Can'ın yanaklarına dökülen birkaç damla göz yaşıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zümrüdüanka ile Albatros
أدب الهواةİki insanın bir araya gelmesi o kadar çok şeyi anlatır ki. Mesela bir insana malını verebilirsin, mülkünü, paranı ve hatta bedenini bile. Mühim olan nedir? Mühim olan bütün bunlar bir yana; kalbini verebilmektir, aşkını verebilmektir. Verdiğin beden...