"Sevgilim, senin gözlerinden akan yaşlar sadece birer göz yaşı değil. Birer acı, birer sızı, kalbimin birer parçası..."
-
Hıçkırıklarımın arasında Can'ın göz yaşlarını gördüm. Acıyan kalbim, daha çok acıdı. Yanan canım, daha da yandı. Beni böyle görmeye dayanamıyordu ama o da biliyordu ki hiçbir şey benim elimde değildi. Yanağından süzülen göz yaşını parmağımla durdurdum, yok etmek istercesine yaptım bunu. İkimiz de sustuk, durduk. Ay tüm ihtişamıyla gökyüzünde ışıldarken biz birbirimize sarılmış, öylece duruyorduk. Başım göğsüne yaslanmış bir vaziyetteydi, yuvasını bulmuş gibi. Gücünü toplamış olmalı ki beni kucağına alıp tekneye girdi. Gözlerimi kapattım ve saniyeler içerisinde bedenimi o huzur dolu yatakta buldum. Dolabı açtığında pür dikkat onu izliyordum. Üstüme uygun bir şeyler arıyordu belli ki. "Can, ben böyle rahatım." Bana döndü. Gözlerinden öylesine boş ama öylesine yoğun bir bakış geçti ki. O bakış zihnimde bir düğüm oldu. Dolaptan çıkardığı eşofmanları yatağa bıraktı. Aramızdaki bu sessizlik canımı sıkıyordu. Muhtemelen o benim üstümü değiştirecekti ama buna izin vermeden yataktan kalktım. "Bir şey söyle. Ne oldu?" Gözünü benden ayırmadan tişörtü eline aldı. Elini tuttum. Soğuktu, buz kesmişti ama bu çok farklıydı. Gözlerinde korku vardı, şüphesiz kaybetme korkusundan başka bir şey değildi bu korku. Bakışları titrek, nefesi kesik kesikti. Dokunmaktan korkuyordu. Her ne kadar kendi psikolojim yerinde olmasa bile onun psikolojisini anlıyordum. "Sen iyi ol, başka hiçbir şey istemiyorum Sanem." dedi tek solukta. Yaklaştım, ani bir hareketle dudağına derin bir öpücük kondurdum. "Ben üstümü değiştiririm ama beraber uyuyalım sonra." dediğimde biraz olsun rahatlamıştı.
Üstümü değiştirip yatağa uzandım. O da yanıma uzandı. Bir kedi gibi sokuldum koynuna. Gözlerimi kapattım, nefesimi tüketircesine çektim kokusunu içime. Ne kadar süre böyle kaldık bilmiyorum. Sessizce, hiçbir şey konuşmadan, bakışmadan...
-
Gözlerimi açtığım anda Can'ın gözlerine çarptı gözlerim. Muhtemelen gece uyumamıştı, çok uyumazdı zaten. "Günaydın Albatrosum." dediğimde -muhtemelen istemsizce- bir gülümseme yayıldı dudaklarına. "Günaydın." Yüzümü öpücüklere boğdu. Çok sevmek böyle bir şeydi: öpmelere doyamamak...
"Seni evine bırakayım, ben de kalıcı olarak kalmak için kulübe bakacağım kendime. Sonra konuşuruz seninle, olur mu?"
"Aslında aklımda bir yer var, orada istediğin kadar kalırsın. Hatta beraber kalmış kadar oluruz."
"Neresiymiş orası?"
"Benim evimin arkasında bir kulübe var, senin seveceğin bir yer bence."
"Tamam o zaman, gidip bakalım madem Sanem hanım." dedikten sonra elime öpücük kondurdu. "Dışarıda bekleyeyim seni ben, oyalanma ama bak." Güldü. Hasret kaldığım gamzelerine kavuştuğum saniyelerdi bunlar.
-
Can ile beraber kulübeye bakmaya gittik. Biraz uğraşırsa kendi istediği bir yer haline getirebilirdi orayı. Çok beğendiğini ve burada kalma fikrinin onun aklına yattığını gözlerinden anlıyordum. "Ben en kısa zamanda eşyalarımı alıp kalıcı olarak taşınıyorum buraya. Artık sürekli bir arada olacağız, her an, her saniye..."
Eve girdiğimde yine aynı huzursuz ortamla karşılaştım. Annem beni görür görmez zorla yanına oturttu. "Bana bak Sanem, sürekli ortadan kayboluyorsun, telefonlarımıza da çıkmıyorsun bozuşacağız yakında." Yine başlıyorduk. "Can'ın yanındaydım, eğer bana ulaşamazsanız Can'ı ararsınız bundan sonra, tamam mı?" dediğimde hepsi birden bana dikkat kesilmişti. "Bakın. "Yiğit iyi çocuk." dediniz ama Yiğit, sevdiğini iddia ettiği kadını elde edebilmek için her türlü kötü yola başvuran bir adamdan başka bir şey çıkmadı. Can'ın annesiyle ortak olup hepimizi pis işlerine, planlarına alet ettiler. Bütün bunları göz önünde bulundurunca Can'a ne kadar haksızlık yaptığımı anladım. Defteri de o yakmamış zaten, yazdığım cümleler bile hala ezberinde. Bazı sayfalarını yırtmış, saklıyor biliyor musunuz? Can beni gerçekten seviyor ve biz artık daha fazla zaman kaybetmek istemiyoruz. Çok yakında düğün hazırlıklarına da başlayacağız, siz de alışırsanız iyi edersiniz." deyip ayağa kalktıktan sonra babam konuşmaya başladı. "Eğer sen Can'la mutluysan, en kötü anında sığınabileceğin ilk kişi oysa ben hep senin yanındayım güzel kızım, unutma bunu." Babama sımsıkı sarıldım. Ailecek çok güzeldik. Annem, babam, ablam, eniştem, ben... Ve Can. Benim ailemin en güzel parçasıydı.
-
Akşam olduğunda Can eşyalarını çoktan kulübeye taşımıştı. Saat geç olmuştu. Çok yorgundum ve uykum vardı bu yüzden onu görmeye sabah gidecektim, hatta belki sürpriz bile yapabilirdim. Can'ın bundan sonra hep yanımda, yanı başımda olacak olması beni olduğumdan daha huzurlu ve mutlu hissettiriyordu. Büyük bir sevinçle kendi kendime sırıtırken başımı yastığa koydum ve uykuya daldım.
-
Sabaha karşı aldığım tuhaf kokuyla uyandım. Yanık kokusu gibiydi, çok yakından geliyor gibiydi. Yataktan kalktım. Terliklerimi giyip dışarıya çıktım. Koku gittikçe ağırlaşıyordu ve etrafı duman kaplamıştı. Kokuya doğru yaklaştığımı anladığımda gözüme çarpan ilk şey bir ambulansın ışıklarıydı. İyice yaklaştım. Bir sedyenin üzerinde baygın biri yatıyordu. Ambulansa bindiriyorlardı. Tanıdıktı, çok tanıdıktı. Can'dı. Sevdiğim adamdı. Orada yatıyordu. Öylesine cansız gibi, öylesine bitik gibi yatıyordu. Yüreğinin yangınından yeni kurtulmuşken bambaşka bir yangına yakalandığından bihaberdi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zümrüdüanka ile Albatros
Fanfictionİki insanın bir araya gelmesi o kadar çok şeyi anlatır ki. Mesela bir insana malını verebilirsin, mülkünü, paranı ve hatta bedenini bile. Mühim olan nedir? Mühim olan bütün bunlar bir yana; kalbini verebilmektir, aşkını verebilmektir. Verdiğin beden...