[bölüm 49 | final - sonsuz aşkın sıcaklığı ]

1.6K 60 19
                                    

Can'la aramızdaki buzların erimesi bir hayli zor olmuştu. İkimizin de hataları vardı, ikimiz de suçluyduk ve bizim için ne kadar normal bir şeydir ki, ikimiz de inat ediyorduk ve asla geri adım atmıyorduk. Onsuz uyumak, onunlayken bile onsuz uyumak, bana çok zor geliyordu. Ona da zor geliyordu, işte buna emindim. Bir haftayı aşkın süredir evde esen soğuk rüzgarların sebebi havanın soğukluğu değildi, bize yaklaşanı alev alev yakan aşkımızın küle dönüşmesiyle yüreklerimizi donduran soğukluktu. Yorulmuştum, yorulmuştu. Bıkmıştım, bıkmıştı. Tükenmiştim, tükenmişti.

Bu sabah gözlerimi araladığımda küçük bir erkek çocuğu gibi bana sokulup uyuduğunu görmüştüm. Düzenli nefesleri yüzüme vuruyordu, kolları belime sarılmıştı. Nemli saçları omzuma ve göğsüme yayılmıştı. Onu öyle gördüğümde gülümsemeden edememiştim. İnce ve titrek parmaklarım Can'ın saçlarının arasında dolaşmaya başladığında huzurun yeniden içime dolduğunu hissettim. Yine, yeniden huzurluydum. Zar zor uyuyan, uykuya dalamayan Can bile kollarımda huzurluydu. Daha ne isteyebilirdim ki? Hiçbir şey. Onunla olmak, onunla mutlu ve huzurlu olmak bana yeterdi. Geride kalan hiçbir şeye ihtiyacım yoktu. Sadece Can..

Hayat mutluluklarla, hüzünlerle, acılarla dolu bir gerçekti. Bazen öyle şeyler olabiliyordu ki, ne engel olabiliyordun ne de zamanı geriye sarabiliyordun. Bir şeyler oluyordu ve katlanmak zorunda kalıyordun, geçene kadar... Her şeye katlanmak zor oluyordu ama mecburdun işte, mecbur kalıyordun. Ne yapsan boş, çabalasan faydasız... Öyle boş bir bekleyiş...

Zor zamanlar geçirmiştik, çok zor zamanlar. Onsuz kalmıştım, en önemlisi; bensiz kalmıştı. Ama geçmişti, geçmişte kalmıştı. Bunları karalarken geçmiş zaman kullanmanın rahatlığını taşıyordum. İçimi mürekkebe döküyordum, döktüğüm kağıtlar lekeleniyordu. Hayatın acı gerçekleriyle lekeleniyordu. Hayatımın lekelendiği gibi... Ben ne zaman bir şeyler yazsam sebebi kötü şeylerin gerçekleşmesi oluyordu. Neden böyle oluyordu, bilmiyordum. Elime aldığım kalem, sıkıntılı verdiğim nefesin eşliğinde kağıda anlamsız kelimeleri döküp anlamsız cümleleri sıralıyordu. Ama Can olmadığında beni biraz olsun dizginleyen, bana iyi gelen şey sadece yazmak oluyordu. Ben bunları yazarken saçlarımın arasından enseme doğru süzülen sıcak bir rüzgar hissettim; sıcacık nefesini. Yüzüme yayılan tebessümle ona döndüm yüzümü. Gözleri, gözlerimi yakaladı. Parmakları saçlarıma tutunup gözümün önüne gelen birkaç tutamı geriye doğru topladı. Gülümsedi, sakallarının ardındaki gamzesini bana göstermek ister gibi. İkimiz de konuşmuyorduk ve bulunduğumuz odada sadece soluk seslerimiz vardı; bir de deli gibi atan kalplerimizin sesleri...
Mutluydu, mutluydum. Başka bir isteğim yoktu, onun da öyle...

🕊️

Sesi doldu kulaklarıma, dünyanın en güzel sesi. "Birtanem."

"Hı?" diyebildim sadece. Gözlerime böyle bakarken dilim tutuluyordu, konuşamıyordum, algımı kaybediyordum.

Evlendiğimiz günü hatırladım. Can'ın bana gelişini, sonsuzluğa ilk adımı atarken birbirimize yemin edişimizi... Şimdi o gündeydim, bembeyaz gelinlik bu kez benim üstümde değildi, bu kez bahçemiz süslüyordu. Çılgınlar gibi eğleniyordum. Beş yaşıma dönmüştüm, ya da üç. Çocuklarımızın arkadaşı olmuştum. Sırtıma gelen kar topu hafif sendelememe sebep olduysa da güldüm. Çocukluğuma güldüm. Büyümeyişime güldüm. Kar yığınının içinde koşturdum. Masal'la, Hayal'le Umut'la koşturdum. Hayallerimi süsleyen umutlarımın bitmeyişini, o masalın gerçek oluşunu hatırladım. Yüzümdeki gülümseme büyüdü. Gökyüzüne baktım, umutla. Belimi saran bir çift kol, ayaklarımın yerden kesilmesine sebep oldu. Kar yığınının arasına düştüğümüzde kahkaha attım. Can, bana baktı. Öyle bir baktı ki... Sonsuza kadar gülmek istedim. O da sonsuza kadar gülsün istedim. Güldü, iç sesimi duyar gibi güldü. Sakallarına uzanan parmaklarım dudaklarına dokundu. "Seni seviyorum." çıktı dudaklarımın arasından. Daha fazla güldü. "Ben de," dedi kısık bir sesle. "Ben de seni seviyorum Sanem." Adımı onun ağzından duymak seneler, asırlar da geçse benim içimdeki en büyük heyecan olacaktı. Elini tuttum, kalbime yasladım. Burnunu burnuma sürttü, tebessümü yüzünden bir an bile eksilmedi. Çocuklarımızın bahçede adeta cıvıldamaları doldu kulaklarımıza. Can'a sokuldum, sıkıca sarıldım. Üstümüze düşen kar tanelerine baktım, gözlerimi yumdum, bir daha baktım. Dünyanın en güzel masalları bir hiçti, anlamsızdı. Dünyanın en güzel masalı buydu. Can'dı, bendim, bizdik. Dünyanın en heyecan verici, soluksuz okunacak, her gece çocuklara anlatılacak masalı bizim masalımızdı. Bizim masalımızda mutsuz son yoktu çünkü. Aşkımızın uğruna her şeyi yapmıştık, yapacaktık ama hiçbir şey engel olamayacaktı. O çok üzüldüğümüz, ağladığımız finallerden değildi bizimki. Belki de öyleydi, ama mutluluktandı. Aşkımız, sonsuz aşkımız ısıtıyordu içimizi. Sonsuz aşkımızın sıcaklığı tüm dünyayı ısıtırdı, yakardı, herkese yeterdi. Yüzümüzde bir gülümseme, içimizde dolu hisler, ve biz... Biz buyduk. Sanem'le Can'dık. CanEm'dik. Bitmek tükenmek bilmeyen bir aşkın kağıtlara dökülüşüydük. Mürekkebimiz sonsuzdu, kağıtlar bitmezdi. Yazdıkça yazacaktık, gerekirse silecek, tekrar yazacaktık ama sonumuz mutlu olacaktı ve hatta sonumuz olmayacaktı; Sonsuzluğumuz olacaktı. Her şey bitmiş miydi? Hayır. Her şey yeni başlıyordu...

❄️

Kısa ve öz, her şeyi en güzel, en saf haliyle anlatan bir finalle geldim. Umarım bu zamana kadar keyifle okumuşsunuzdur ve ileride aramıza katılacak insanlar da bu masalı (evet masal;)) keyifle okur ve naçizane yorumlarını iletir. Okuyanlara, desteklerini esirgemeyenlere çok teşekkürler. Yollarımızın başka hikayelerde, başka zamanlarda yeniden kavuşması dileğiyle...🕊️

Zümrüdüanka ile AlbatrosHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin