[bölüm 13 - tepetaklak]

2.5K 71 12
                                    

Denk gelmeyi özlediğim o güzel gözlerini aralayıp ani bir şekilde doğruldu. Kabus gördüğünü biliyordum ama ne gördüğünü o kadar merak ediyordum ki... Gözlerini sıkıca yumdu, sanki bir daha açmak istemiyormuşcasına. Önüne düşen saçlarına dokundum ve hafifçe geriye ittim. "Can." Sesimi duyduğu anda başını bana çevirdi ve gözlerimiz işte tam o anda buluştu. Su bardağını uzattım. Suyu içerken tedirgin bir hali vardı, onun da elleri titriyordu, tıpkı benim gibi. Bardağı elinden alıp sehpanın üstüne bıraktım. Kendini hafifçe toparladı ve ayağa kalktı. "Yeterince rahatsızlık verdim, evini açtığın için teşekkür ederim. Sabah babamı almaya gelirim, seni daha fazla rahatsız etmeyelim." dedi ve cevap vermemi dahi beklemeden kapıdan çıkıp öylece gitti.

-

Sanem, sabahın ilk ışıklarında uyanır uyanmaz her sabah çıktığı yürüyüşüne çıkmıştı. Kalbi onu Can'ın olduğu yere götürüyordu ve Sanem ne yaparsa yapsın engel olamıyordu. Aylar boyunca ona ulaşmak istemişti ama ulaşamamıştı. Oysa şimdi o buradaydı ama neden ona ulaşmak istemiyordu? Gurur. Aşkta gurur olmazdı ama ona göre aşk bitmişti zaten. Geriye kalan sadece bağlılıktı, sadakatti. Belki ona güvense aşkına kavuşacaktı, aşka yeniden inanacaktı. Bütün bunları ona zaman gösterecekti, sadece zaman...

Teknesinin halatlarını çözen Can'a takıldı gözleri. Gözlerine vuran güneşten rahatsız olmuş olmalıydı ki güneş gözlüğünü takmıştı. Dünyadan kendini soyutlamış, dünyaya olan tüm bağlantısını koparmış gibiydi sanki. Can halatları çözüp kenara bırakırken Sanem ona yaklaşıyordu. Can kendisine yaklaşan birisi olduğunu fark ettiğinde doğruldu. Gözlerini Sanem'e çevirdi. İkisi de birbirlerine ağızlarını dahi açmadan yaklaşıyorlardı. Zaten Sanem bir adım atsa Can ona beş adım atardı. Beklediği bir andı bu. Ama ne yazık ki bu anın sonucunda tek bir şey dahi olmayacağını Can da, Sanem de çok iyi biliyordu. Can gözlüğünü çıkardı, gözlerini Sanem'in gözleriyle buluşturdu. Aralarında yok denecek kadar az bir mesafe kalmıştı. Güneş masmavi gökyüzünde tüm ihtişamıyla yükselirken Can ve Sanem hala birbirlerine bakıyordu. Onlar bir aradayken sanki zaman duruyordu, ama aynı zamanda sanki günler, haftalar, aylar ve yıllar birbirlerine karışıp geçiyordu. Kalplerinin ritminden, soluklarının seslerinden ve dalga seslerinden başka tek bir sesin olmadığı bu sessizliği Sanem'in kulaklarını huzurla dolduran Can'ın sesi bozdu. "Günaydın." dedi gözlerini Sanem'in üzerinden tek bir saniye dahi ayırmadan. Tebessüm etti Sanem, Can varsa günler hep ayardı çünkü. O geldiğinden beri her gün aymıştı zaten. "Günaydın." diyerek karşılık verdi Can'a. Aralarında o kadar kuvvetli bir çekim vardı ki, şu an aralarına girecek tek bir insan olursa toz olurdu, yok olurdu, aşklarından...

"Babam uyandı mı?" dedi Can. Sanki tüm bu kuvveti parçalamak istiyordu, ikisi de daha fazla zarar görmesin diye.

"Uyandı. Kahvaltı yapıyorlar."

"Birazdan gidip onu alayım, sana daha fazla rahatsızlık vermeyelim."

"Rahatsız olmuyorum. Aziz Bey çiftlikte çok rahat, bence sen de onun rahatını bozmak yerine ona uyum sağla."

"Rahatsız oluyor gibi görünüyorsun. Emin misin?"

"Belki rahatsız olduğum başka şeyler vardır Can, olamaz mı?"

"Olabilir tabii. Ben mesela değil mi? Benden rahatsız oluyorsun. Varlığımdan, geri dönmüş olmamdan, sürekli gözünün önünde olmamdan..."

"Sen gittikten sonra çok şey değişti. En çok da ben değiştim. Gittiğin yerden dönünce aynı Sanem'i bulacağını zannettiysen üzgünüm, yanılmışsın." Sanem'in söylediği her bir kelime Can'ın yüreğine batan birer iğne gibiydi. Sanem ağzını açtıkça Can'ın yarası durmadan kanıyordu. Sanem bunu ne umursuyordu, ne de görüyordu.

Zümrüdüanka ile AlbatrosHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin