En mutlu anları mahveden anlar olurdu ya hep? Biz o berbat anları bir kenara atmıştık parmağımızın ucuyla. Şimdi birbirimize dillere destan aşkımızla sarılıyorduk ve ellerimizi hiç ayırmamak için yemin etmiştik. Birbirimize karşı dile getirmediğimiz bir yemindi ama ikimiz de biliyorduk, yüreğimizin ortasında koskocaman bir aşkın sıcaklığıyla bu yemini hissediyorduk ve daima hissedecektik.
Her şey hazırdı. O gün için. Sadece iki gün kalmıştı. Odası bile hazırdı Masal'ın. Bizim masalımızın. Babasının özenle hazırladığı, bembeyaz duvarların arasında pespembe eşyaların özenle dizildiği, minik bir prensesin odasıydı. Can, bir gün ben bahçede otururken bir kutuyla yanıma gelmişti. Kutu çok tanıdıktı benim için. Yanıma oturduğunda kutuyu beraber açmıştık ve içindeki bizzat kendi kullandığım, annemin, hatta belki anneannemle babaannemin el emekleri göz nurları patikler, yelekler, minicik eldivenler vardı. Tozlanmış dolapların hangisindeydi bu kutu da Can bulup bana getirmişti, bilmiyor gibiydim ancak sonradan dank etmişti. Hiç şüphesiz, annemle bir işbirliği vardı ortada. Mutluluktan gözlerim dolarken Can'ın boynuna atlamış ve minnetimi sunmuştum ona. Anılarımızı biriktirmeyi seviyorduk, onun fotoğraf makinesiyle her ay hatta belki her gün bile olabilir, bir sürü fotoğraf çekiniyorduk. Can, benim büyük ısrarlarım üzerine bana kıyamamıştı ve bu fotoğraflarla, hatta kendi satırlarımızla dolu bir anı defteri yapmıştık, bunu ileride Masal'a ve hatta kardeşlerine de gösterecektik.
"Bak kızım, burada baban bana elleriyle yemek yediriyor."
"Kızım bak bu fotoğrafta sen kıpırdanıp duruyorsun ve annen daha sen doğmadan sana kızıyor."
Uzun bir zaman öncesine kadar Can'ın yüzünü görmek benim için gerçekleşemeyecek bir düşken şimdi Can'la yan yana, baş başa, dip dibe oturuyor ve minik mucizemizin dünyaya geleceği anı bekliyoruz. Çekirdek ailemizin gün geçtikçe büyüyüşüne şahit olurken ağladığım anlar mutluluktan olacak ve kendi babamdan bile daha iyi bir baba olacağını düşündüğüm Can ve minik prensesimiz yanımda olduğu müddetçe ağız dolusu gülüşlerim eksik olmayacak.
Bunlar anı kitabına yazdığım satırlar değil. İkinci kitabımın son satırları. Ne zaman düzenleneceği veya basılacağı hakkında tek bir fikrimin olmadığı ama şu an için basılmasa dahi dünyanın en güzel anılarının biriktiği ikinci kitabımın. Hayal kırıklıklarıyla doluyken yazdığım kitabımın devamını, o kırıkları teker teker toplayıp her ne pahasına olursa olsun tamir eden Can'ın geri dönüşüyle, aşkımızın geri dönüşüyle yazmıştım.
"Zümrüdüanka ile Albatros'un yazarından... 'Sonsuzluğun Başlangıcı'"
🌈
Tatlı bir telaş vardır ya... Kışın ortasında içimizi sımsıcak bir yaz güneşiyle kaplayan o minik tatlı telaş. Tam bunun ortasındayım şu anda, ortasındayız. Can yanımda uzun bir süre vakit ayıramayacağı işlerini erkenden toparlayıp bitirmeye uğraşıyor. Bense elimi yanağıma yaslamış, içimdeki huzurla onu seyrediyorum. Can benim dünyamda izlenecek en güzel film. Ara sıra gömüldüğü bilgisayardan ve dosyalardan başını kaldırıyor, yanağımı ve ellerimi öpüyor, hatta bazen kampanyalar hakkında benden fikirlerimi söylememi istiyor, ardından yeniden işine dönüyor. Bu dokuz aylık dönem benim için ne kadar yorucu geçtiyse onun için de o kadar yorucu geçmişti, söylemiyor ama biliyorum. Her an her şey olabileceği düşüncesiyle, öylesine temkinli ve ilgiliydi ki bu dönemde. Benim için dünyanın en güzel babası. Masal'ımız dünyaya gelince daha ne güzellikler yapacak, kim bilir? Hava kararmıştı çoktan. Saat gece 11'i geçmişti ve bir yaz gecesi esintisi vardı evimizin içinde. Can'ın kızacağını bile bile ayağa kalkmıştım ve mutfağa gidiyordum. Ta ki büyük bir sancıyı hissedene kadar. Dudaklarımın arasından kopan çığlıkla Can yanımda bitmişti. "Can!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zümrüdüanka ile Albatros
Fanfictionİki insanın bir araya gelmesi o kadar çok şeyi anlatır ki. Mesela bir insana malını verebilirsin, mülkünü, paranı ve hatta bedenini bile. Mühim olan nedir? Mühim olan bütün bunlar bir yana; kalbini verebilmektir, aşkını verebilmektir. Verdiğin beden...