[bölüm 17 - aşkın alevi]

2.2K 71 14
                                    

Aşk; acıtırdı, yakardı, kavururdu, kül ederdi. Aşıksan eğer; nefesi nefesinde, yüreği yüreğinde, gözleri gözlerinde olmalıydı. Aşk üşütürdü, ama üşüttüğü gibi ısıtmasını bilirdi. Her mevsim, her gün, yüreğini kaplayan eşsiz benzersiz bir duyguydu, duygudan daha da ötesiydi. Bir denizcinin denizine kavuşması gibi, bir kuşun sonsuz gökyüzünde uçuşu gibi büyük kavuşmalar olurdu ya; iki insan da aynı böyle kavuşurlardı ya birbirlerine, yürekleri birbirine değerse, artık iki beden olmaktan çıkarlardı, tek beden, tek kalp, kocaman bir aşk, kocaman bir yangın olurlardı. O yangını her geçen gün alevlendiren engeller var olurdu ama aşk her şeyin üstesinden gelirdi. Belki kül olurlardı, ama beraber olurlardı. Külleri birbirlerine karışırdı, ama küllerinden yeniden doğarlardı. Bir bakış, bir soluk, bir öpüşle her şey eski düzenine kavuşurdu, eskisinden daha güzel olurdu. Şimdiyse imkansız sanılmasına rağmen kavuşan Zümrüdüanka ile Albatros, birbirlerine bu kadar yakınken, kanatlarıyla birbirlerini canları pahasına korurken ayrı kalamazlardı. Tahir ile Zühre'nin, Ferhat ile Şirin'in, Leyla ile Mecnun'un, Kerem ile Aslı'nın hikayesi mutsuz sonla bitmişti ama Zümrüdüanka ile Albatros'un hikayesi mutlu sonla bitecekti, mutlu sonsuza kavuşacaklardı. Ne olursa olsun ellerini ellerinden, yüreklerini yüreklerinden ayırmayacaklardı. Ömürleri boyunca birbirlerini kanatları altında kollayacaklardı. Canları pahasına...

-

Ne pahasına olursa olsun Sanem'e kavuşmak isteyen Can, son sürat, son hızla gidiyordu. Kulağında o ses çınladı, gözünde o sahne canlandı.

"Can bey 40'la gidiyorsunuz."

"Hız fobim var benim."

Aklı karışmıştı, kalbi sıkışmıştı. Nefesi ciğerlerine hapsolmuştu. Sanem olmadan nefes alamazdı, yapamazdı. Sanem olmazsa Can da olmazdı, olamazdı. Nereye gittiğini bilmiyordu, Sanem'e gitmek istiyordu. Ona sarılmak, onu koklamak, saçlarını okşamak, öpmek istiyordu Sanem'i. Dev kanatları altına saklamak, kimseye göstermemek, her daim yanında tutmak istiyordu. Sanem'i bulduğunda onu asla bırakmayacaktı, onu Can'sız, nefessiz bırakmayacaktı.

Bir arkadaşından Yiğit'in aradığı numarayı ve bulundukları konumu tespit etmesini istemişti. Yola dalgın bir şekilde bakarken gelen mesaj sesiyle düşüncelerinden kurtulmayı başardı. Mesaja baktı. Adres vardı. Yiğit'in saplantısı zekasının önüne geçtiği için hiçbir şeyi ayrıntılı düşünememişti. Ama aynı zamanda üstüne gelen felaketten bihaberdi.

-

"Benden ne istiyorsun Yiğit?" dedi Sanem, ellerinin bağlı olduğu iplerden kurtulmaya çalışırken.

"Senden bir şey istemiyorum. Ben yalnız seni istiyorum, sadece seni istiyorum Sanem." dedi Sanem'e yaklaştıktan sonra. Sanem'in saçlarına dokundu. Sanem kendini her ne kadar geri çekmeye çalışsa da bağlı olduğu ipler ona engel oluyordu ve Yiğit'ten uzaklaşamıyordu. "Dokunma bana, çek elini!" dedi bağırarak. Yiğit'in gözlerinde rahatsız edici şeyler görüyordu. Saplantı, hastalık ve daha fazlası. Yiğit gerçek bir ruh hastası oluyordu artık. Sanem'e olan aşkı, aşk demeye sağlam bir kanıt lazım tabii, gözünü karartıyordu. Sanem'den başka hiçbir şey göremiyordu. Sanem'in yanağına dokunduğunda Sanem yeniden kendini geri çekmeye çalıştı, Yiğit gittikçe deliriyordu. "Sana zarar vermek istemiyorum Sanem, izin ver bana."

"Dokunma bana Yiğit. İstemiyorum anlasana, istemiyorum. Dur artık."

Yiğit bağırdı. "Sana zarar vermek istemiyorum dedim Sanem!" Yumruğunu sıktı. Sabrı tükeniyordu. Sanem'in kendisine ait olmasını istiyordu. Kalktı ve odanın diğer köşesine gidip oturdu. Derken bir gürültü duyuldu kapıdan. Telaşla ayağa kalktı. Sanem kalbinin acısına dayanamıyordu, "Can ne olur gel." diye tekrarlıyordu içinden.

Zümrüdüanka ile AlbatrosHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin