"Dün seni gördüm sevgilim.
Yanında başka bir adam vardı.
Öyle mutluydunuz ki...
Bana gitmek düştü."
Saudade, Portekizcede bir şeyin ya da aşık olunan bir kimsenin yokluğunda hissedilen derin duygusal durumu ve özlemi ifade edermiş. Ağırlıklı olarak özlenen şeye ya da kimseye hiçbir zaman kavuşulamayacağı duygusunu içinde barındırırmış. Bir kelime, bazen tüm duygulara tercüman olabiliyormuş demek...
-
Bedenlere hapsolmuş duygular en özel anlarda ortaya çıkardı. Can ve Sanem, en özel anlarından birinin tam ortasındaydı. Tam şu an, teknenin güvertesinde tüm kalpleriyle tek beden olmaya hazırlardı. Geçen her saniye, öpüşlerini derinleştiriyordu. Sanem kollarını Can'ın boynuna doladı. Kendini Can'a daha yakın tutmak istiyordu, aynı zamanda Can'ın da kendisine daha yakın olmasını... Kısa bir an gözleri birbirine değdi. Sanem kendini Can'a bastırdı ve daha derin bir öpücükle karşıladı onu. Dalga sesleri ve kalplerinin atışları müthiş bir ahenk oluşturuyordu, onlar için dünyanın en güzel müziği sayılabilirdi.
Can dudaklarını Sanem'in dudaklarından ayırdıktan sonra Sanem'in içini titreten bir fısıltıyla konuştu. "Tam şu an zaman dursa... Seninle sonsuzluğun tam ortasında kalsak..."
Sanem, burnunu Can'ın burnuna sürttü. "Zümrüdüanka ile Albatros'un masalı sonsuzlukta kalıyor zaten, bilmiyor musun?"
"O zaman sonsuza kadar benimsin." Saniyeler içinde Sanem'i kucağına aldı. Tekneye girdikleri anda Sanem yere indi ve yeniden dudaklarını Can'ın dudaklarına örttü. Can Sanem'i kendi bedeniyle duvarın arasına sıkıştırdı ve en derin haliyle öpmeye devam etti Sanem'i. Sanem'in dudaklarından ayrılıp boynuna yöneldi. Daha sonra omuzlarına... Parmak uçlarına kadar minik öpücükler kondurdu. Sanem gözlerini kapattı ve kendini tamamen sevdiği adama, Albatros'una bıraktı. Bir kez daha yanmaya ve bir kez daha küllerinden doğmaya hazırdı. Can Sanem'in saçlarını omuzlarından geriye attıktan sonra elbisesinin askılarını Sanem'in omuzlarından düşürdü. Elbise Sanem'in vücudundan sıyrılıp yere düştüğünde Can Sanem'i tekrar kucağına aldı ve yatağa yatırdı. Sanem'in üstüne çıktığı o anda gözlerini gözlerine kilitledi. Söyleyecek onlarca şey, gözlerinde saklıydı. Ne o söyleyecekti, ne de Sanem... Onlar için bu gece oldukça özel hislerle kaplı bedenlerinin ahenkle dans edişinden ibaret olacaktı.
-
Gece yerini sabaha bırakmak üzereydi. Can ve Sanem birbirlerine sımsıkı sarılmış bir şekilde uzanıyordu. Sanem gözlerini huzurla kapatmıştı ve başını Can'ın göğsüne yaslamıştı. Dünyanın belki de en güzel ritmini dinliyordu. Can başını eğip Sanem'in burnuna minik bir öpücük kondurdu.
"Çok şey yaşadım seninle, ama böylesini yaşamamıştım Sanem."
Sanem başını Can'a çevirdi. "Böylesini mi?"
"Onca şey oldu, birbirimizden ayrı koskoca bir yıl geçirdik. Bambaşka yerlere savrulduk. Sen kendine bir hayat kurdun, ben kendime bir hayat kurmaya çalıştım ama sen olmadan beceremedim." Derin bir nefes aldı. "Ben yokken neler yaptığını, nelerle boğuştuğunu bilmek istiyorum."
"Zor günlerdi. Senin gidişin sadece beni değil, herkesi etkiledi. Hiç kimse "Gitmez." demedi, ama "Gider." de demedi. Ben "Gitmez." dedim ama senden haber alamadığım her dakika kendime olan inancımı bile yitirdim. Seni çok aradım, mesaj attım. Tek sığınağım sendin, sen gidince beni kollayacak bir çift kanadı kimsede bulamadım. Aramadım da aslında..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zümrüdüanka ile Albatros
Fanfictionİki insanın bir araya gelmesi o kadar çok şeyi anlatır ki. Mesela bir insana malını verebilirsin, mülkünü, paranı ve hatta bedenini bile. Mühim olan nedir? Mühim olan bütün bunlar bir yana; kalbini verebilmektir, aşkını verebilmektir. Verdiğin beden...