"Aşk tek bedende olmak, tek kalpte olmaktır bazen. Her nefes alışında onu içine çekmeyi dilemek ama nefesini verirken onu olabildiğince içinde tutmak. Böyledir çünkü, aşk insanı yıprattığı kadar, iyileştirir de. Doğru kişiye aşıksanız..."
-
Aylardır sadece rüzgarın okşadığı saçlarımı bu sefer o okşuyordu. Bu güzel hissiyat ile gözlerimi araladım. Yanağıma kondurduğu derin öpücük tekrardan içimi huzurla kapladı.
"Kahvaltı hazırladım sana sevgilim." dedi. Sevgilim... Dudaklarından dökülen bu sözcüğü onun sesinden defalarca duymak istiyordum.
Doğruldum. "Gece hava serindi. Üşürsün diye kendi tişörtlerimden birini giydirdim sana." dedi. Evet, tişört onun kokusuyla harmanlanmıştı, üstümden çıkartmayı hiç istemiyordum doğrusu.
"Teşekkür ederim. Aslında pek aç değilim, yemesem?" dedim. "Bol vitaminli bir kahvaltı sana çok iyi gelecek." diyerek meyve suyu dolu olan bardağı bana uzattı. "Annen aradı bir saat önce. Seni çok merak etmiş ama ben iyi olduğunu söyledim merak etme."
Annem Can ile barıştığımı öğrenmişti ve büyük ihtimalle bu durumdan hiç memnun değildi ve bana çok kızacaktı. "Kızdı mı?"
"Nihat amca da yanındaydı, o duyunca biraz sinirlendi. Çocuklarını korumaktan başka bir istekleri yok, bundan daha doğal bir şey de yok Sanem. Haklılar." dedi ona karşı takındıkları tavırdan haberi olmadan... Bir sene boyunca onu bana hatırlatan her şeyi ortadan kaldırmışlardı. Saklayabilmek çok zor olmuştu doğrusu. Şimdi ben Can ile barıştığım için endişeleneceklerdi ama ben sevdiğim adamın yanında mutlu ve huzurluydum. Bu, bütün her şeyden önemli olan bir şeydi.
Kahvaltımızı yaptık. "Eve gitmeden duş alayım." dedim, duş almak bana biraz daha iyi gelebilirdi.
"Tamam. Eğer bir şeye ihtiyacın olursa bana seslen, hemen gelirim."
"Tamam." dedim ve banyoya yöneldim.
-
"Can." diye seslendikten hemen sonra Can yarı çıplak haliyle banyoya geldi. Ben çağırdığımda üstünü değiştiriyor olmalıydı.
"Bir şey mi oldu?" dedi. Sanırım endişelenmişti.
Elinden tuttum. "Sen de gel." dedim. Muhtemelen bunu beklemiyordu. Açıkçası ben de beklemiyordum bunu kendimden. Yanıma, suyun altına geldi. Islanan saçları gözüme oldukça güzel görünüyordu. Sakallarına dokundum. "Yanında olmak, seninle olmak o kadar güzel ki Can Divit... Sanırım, tek bir nefesten daha çok sen lazımsın bana." Avuç içimden öptü. Ardından başımı göğsüne yasladı. İçim o kadar çok huzurla doluydu ki... Uzun zamandır bu kadar huzurlu hissetmiyordum, ta ki Can geri dönene ve biz barışana kadar...
-
Ben saçlarımı kurularken belime sarılan bir çift kol ile irkildim. Kokumu içine çekti. "Hayatımda aldığım en muhteşem koku... Bir koku, bir tende nasıl bu kadar inanılmaz durur aklım almıyor." Gülümsedim. Gülümsedi.
"İyi misin? İlaç içtin mi bugün?" Üzerime düşüyor olması beni ne kadar mutlu etse de ilaç ve hastalık konusu geçtiğinde çok huzursuz oluyordum. "İyiyim, içmedim ama sorun yok." dedim sadece. Boynumdaki kolyeyi çıkardı. "Bence kolye olarak kalmasına gerek yok." Yüzüğü kolyenin zincirinden çıkardı. Buna henüz hazır değildim; yüzüğü takma fikrine, yeniden evlilik kararı alma fikrine...
"Can, erken değil mi?"
"Ne için?"
"Evlilik kararı almak için. Biraz zaman tanısak birbirimize? Taşlar yerine oturduktan sonra karar alsak?"
"Haklısın," dedi, yüzüğü zincire geri takarken. "Sen ne zaman hazır olursan o zaman düşünürüz." Kolyeyi yeniden boynuma taktı. Yüzümü ona döndüğümde karşılaştığım ilk şey buğulanmış gözleriydi. Hayal kırıklığına uğramıştı. Ayrı geçen günlerimizde çok değişmişti. Duygularını bu kadar çok belli etmezdi. Bakışları böylesine içten olmazdı. Gözleri hiç dolmazdı, buğulanmazdı. Gerçekten çok değişmişti. Bu durumda ona söyleyebilecek bir şey bulamazdım. O an için kendimi çok zorladım ama Can'a söyleyebilecek hiçbir şey bulamadım. Zaman gösterecekti her şeyi.
"Ben artık gideyim, konuşuruz yine. Görüşürüz." Yanağına küçük bir öpücük kondurduktan sonra tekneden çıktım.
-
Eve vardığımda annem, babam ve ablam karşımda dikilmiş duruyorlardı. Anlaşılan şimdi hesap verme zamanıydı. Söze annem başladı.
"Çocuğum sen neden telefonlarına çıkmıyorsun da Can, ayyh o adam neden çıkıyor senin telefonlarına? Neredesin kaç saattir? Meraktan öldük." Annem her zamanki haline bürünmüştü. Sözü babam devraldı.
"Sanemciğim, güzel kızım. Neden açmıyorsun bizim telefonlarımızı ha? Neden böyle yapıyorsun, bak çok merak ettik seni. Bir daha olmasın. Hem sabahın köründe o adamın yanında ne işin var senin? Zorladı mı seni, yoksa kaçırdı mı doğru söyle." Benim için, çocukları için endişelenmeleri oldukça güzel bir şeydi ama fazla ilgi ve fazla sorgu gerçekten can sıkıcı olmaya başlamıştı.
"Can'laydım. Tüm gece onunlaydım, sabah da onunlaydım; hatta şimdi de Can'ın yanından geliyorum. Onunla barıştım çünkü tüm gerçekler gün yüzüne çıktı ve artık gerçekleri göremeyecek kadar kör değilim. Ben kendim karar alabilecek yaşı çoktan geçtim. Olgunlaştım. Bana bu kadar çok karışmanızı istemiyorum. Biliyorum endişeleniyorsunuz, ilaç kullandığım için, tedavi gördüğüm için... Ama her şey geçti ve bitti. Artık çok mutluyum, Can'la çok mutluyum. Sizin de bana destek olmanızı ve benim yanımda olmanızı istiyorum. Hiç olmazsa bize saygı duymanızı istiyorum." İçimdekileri onlara döktükten sonra odama girdim. Az önce olanlardan ziyade, Can'ın hayal kırıklığı dolu bakışları gözümün önünden gitmiyordu. Yüzük konusuna bu kadar takılıp kırılan Can, ona güvenmediğimde kim bilir ne kadar kırılmıştı? Ona inanmadığımda paramparça olmuştu belki de. Ama o gerçekler ortaya çıkar çıkmaz gurur yapıp benden geçerli bir özür beklemek yerine benimle olmuştu. Her an, her saniye yanımda olacağına yemin etmişti.
Neden her şey yolunda giderken birden her şey çıkmaza sürükleniyor? Neden çözülen sorunlar kördüğüm oluyor? Mutluluğun formülü neydi? Can mıydı, Can'la olmak mıydı? Zihnimde dolaşan onlarca soru beni biraz yormuştu. İlacımı içmem gerekiyordu ama yapmam gereken en önemli şey Can'ı aramaktı. Yanından yeni ayrılmış olmama rağmen onu özlemiştim, üstelik öylece çekip gittiğim için garipsemiş olmalıydı. Hem gönlünü almalıydım, hem de sesini duyup içimin huzurla dolmasını sağlamalıydım.
Telefonumu aldıktan sonra Can'ı aradım. O gittikten sonra kayıtlı olan ismini silmiş, bir süre sonra da "Albatros" olarak telefonuma kaydetmiştim. Telefon defalarca çalıyordu ama Can açmıyordu. Başına bir şey mi gelmişti? Yoksa yine gitmiş miydi? Durmadım; tekrar aradım, üç kere aradım. Üçüncüsünü de tam kapatacakken açtı.
"Can, iyi misin? Neden açmadın telefonumu? Merak ettim seni."
"Telefonum içeride kalmış, duymamışım. İçeriye girince gördüm, endişelenme. Asıl sen iyi misin?"
"Ben iyiyim ama sen telefonumu açmayınca korktum, aslında yine gittin sandım." Ellerim titriyordu ve buna engel olamıyordum.
"İyiyim Sanem. Bundan sonra gitmek yok, sevgilimi bırakmayı aklımdan bile geçirmiyorum. Sakin ol sen, tamam mı?"
Kesik nefesimle "Tamam." diyebildim sadece. Sonrası karanlık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zümrüdüanka ile Albatros
Fanfictionİki insanın bir araya gelmesi o kadar çok şeyi anlatır ki. Mesela bir insana malını verebilirsin, mülkünü, paranı ve hatta bedenini bile. Mühim olan nedir? Mühim olan bütün bunlar bir yana; kalbini verebilmektir, aşkını verebilmektir. Verdiğin beden...